İçindekiler
Bir şehir planı düzenlenirken o şehrin sosyo-kültürel yapısı, bulunduğu yerin fiziksel özellikleri çok iyi tespit edilmelidir. Bu planlamalar yapılırken; yapılan istatistikler, o şehrin geleceğe yönelik büyüme yönü, istihdam alanları, gelir seviyesi dağılımları, hedef kalkınma planları dikkate alınarak mevcut kamu binalarının konumu, bina yoğunluğuna göre gerekli alt ve üstyapı (ulaşım, hizmet yapıları, kanalizasyon, otopark, yeşil alan vs.) gereksinimleri ihtiyacı, gelişmiş ülkelerden örnek alınan standartlara göre şehircilik formüllerine göre hesaplanır ve bu verilere göre planlama yapılır.
Doğru Şehir Planı Nasıl Yapılmalı?
Bir kentte, “kaç adet okul ve kamu binası olmalı, ibadethaneler nerede olmalı, ulaşımlar nereden sağlanmalı ve sonradan yapılacak olan kişi başına düşen yeşil alan miktarı ne olmalı?” gibi, soruların yanıtı, ideal bir kentleşme hedefi ile şehir planlama uzmanlarınca proje aşamasında belirlenmeli ve uygulamaları taviz vermeden gerçekleştirilmelidir.
Kentleşme adı altında sadece binalarla, beton yığınları hâline dönüşen, yalnızca insanların barındığı ortamlar yerine, gerçekte orada yaşayan insanların sosyo-kültürel faaliyetlerine kesintisiz devam edebildiği, bunların geliştirilebileceği mekânlarla geleneksel mimari karakterlerin korunduğu ve vurgulandığı mekanlar ortaya çıkarılmalıdır. Aksi takdirde toplumun psikolojisini de etkileyen bu yapı yığınlarının artarak, suç bölgeleri hâline dönüşebileceği muhakkaktır. İstanbul gibi bir metropolde, suç oranının en fazla olduğu muhitler düzgün bir planlama uygulanmayan, “çarpık yapılaşmaya” sahip alanlardır.
Doğru Kentleşmede Central Park Örneği
Amerika Newyork’ta bulunan Central Park, gereken yeşil alan ihtiyacı 200 yıl öncesinden başarılı bir şekilde öngörülerek, gökdelenlerin ve taşıt trafiğinin yarattığı hava kirliğini de azaltan, bir nevi akciğer görevini yapan bir konumda ve büyüklükte tasarlanmıştır. Bu park 1858 yılında tamamlanmış, günümüze kadar 843 dönümlük parkın 37 yıl boyunca bu misyonu daha da geliştirilerek restorasyon ve bakımı devam ettirilmiştir.
Central Park’ın yapılış amacı; 19. yüzyılda hızlı artan insan nüfusuna huzurlu bir ortam sağlayarak, nüfusun doğayla bağlantısını koparmamaktır. Bu parkın bu derecede büyük bir alana sahip olması nedeniyle, çevresine gökdelenlerin yapılmasında bir sakınca görülmemiştir. Ülkemizde maalesef bu durum tam tersidir. Tüm boşluklar önce yapıyla doldurulmakta, sonra alt ve üstyapı gereksinimleri (su, kanalizasyon, çevresel atıklar, ulaşım, trafik yoğunluğu, park ve otopark sorunları vs.) en kolay şekilde ve plansızca yapılmaktadır.
Yerel Yönetimler Doğru Kentleşme İçin Hangi Adımları Atmalı?
Ne kadar şehir plancıları ve mimarlar en güzel hünerlerini planlamalarda gösterseler de merkezi ya da yerel yönetimlerde üst düzey kişilere aşırı yetki veren sistem kargaşası nedeniyle bu planlar rafa kaldırılmakta, bir türlü sağlıklı kentleşmeler gerçekleştirilememektedir.
Sağlıklı kentleşme için öncelikle belediye başkanlarının; mimar, mühendis ya da şehir planlama uzmanı gibi mesleklerden oluşan kişiler olması için yasal düzenlemeler yapılmalıdır. Ayrıca teknik kadroların tecrübeli ve dürüst olması da çok önemlidir. İyi bir belediye başkanı bir kentin sağlıklı gelişmesi adına kentin kendi içinde istihdam alanları yaratıp gereksiz tüketimin önüne geçerek yerli halkın üretime katkısı olan faaliyetler gerçekleştirmesi için imkanlar oluşturmalıdır.
Siyasi amaç için kısa vadeli ve gösterişe dayalı yapılar, ülkemiz için ciddi bir gelir kaybına neden olmaktadır. İhtiyaç fazlası yapılar tespit edilmeli, halkın sosyo-ekonomik ve kültürel ihtiyaçlarına cevap verilmelidir. Bu şekilde israfın önüne geçilebilir. Bu yapılar bizim gibi gelişmekte olan ülkeler için gelecekte maddi ve manevi kayıplara yol açmaktadır. Bu yapıların halk tarafından beklendiğinden daha az ziyaret edilmesi, söz konusu yapılara olan talebin azlığını gösterir. Bununla ilgili dünyadan örnek vermek gerekirse; Hollanda’da geçmişte yapılan kiliselerin günümüzde çok ziyaretçi almadığı tespit edilmiş ve bunlar kütüphaneye çevrilerek yine kamu yararına kullanılmaları sağlanmıştır.
Kentleşmede Merkezi Yönetim, Belediye ve Meslek Odalarının Sorumlulukları
Sağlıklı kentleşme için belediyeler kadar merkezi yönetimler ve sivil toplum örgütlerine de çok önemli görevler düşmektedir. Ülkemizde en hafife alınan meslekler, mimarlık mühendislik ve şehir planlama uzmanlığı gibi mesleklerdir. Mesleğini gerçekten doğru ve dürüst gerçekleştiren uzman kişileri sisteme kazandırmak çok önemlidir.
Bazı alçı, sıvacı, demirci vb. ustaların çeşitli kişilerin diplomalarını kullanarak “müteahhitlik” yaptıkları bilinen gerçeklerdir. Müteahhitlik işini “ciddi bir meslek” hâline getirmek için Mimarlar ve Mühendisler Odasının da samimi bir çaba içinde olması gereklidir. Bu odaların sadece siyasi mücadeleler veren, proje teknik çizim kurallarına bakan ve üyelik belgeleri düzenleyen değil, her ilde isim yapmış, tecrübeli, dürüst hizmetleri olmuş mimar ve mühendislere “müteahhitlik yetki belgesi” veren kurumlar olmaları gereklidir.
Son yıllarda üniversitelerin kontrolsüzce çoğalması, bu mesleklerde eğitim kalitesinin de düşmesine neden olmaktadır. Piyasaya yeni atılan mimarların yeterli olup olmadığı mezuniyet sonrası sınavlarla tespit edilmelidir. Buna göre hangi fakültelerin iyi eğitim verdiği ortaya çıkarılmalı, iyi eğitim veremeyen fakülteler derhal kapatılmalıdır. Meslek odaları, bu mesleklerin en doğru şekilde gerçekleştirilmesini sağlayarak bunların istismar edilmesine izin vermeyecek ortamları oluşturmalıdır.
Son yıllarda İstanbul, İzmir, Hatay, Kahramanmaraş gibi illerimizde olan depremler ülkemizde ciddi anlamda can ve mal kaybına neden olmuştur. Bu merkezi ve yerel yönetimlerin olduğu gibi sivil toplum örgütlerinin de yetersiz olduğu sonucunu doğurmaktadır. Deprem ülkesi olarak bu mesleği gerçekten iyi taşıyan, donanımlı kişilerden oluşan Mimarlar ve Mühendisler Odası kadrosu oluşturulması önemlidir. Böylece deprem gibi ciddi konularda, mimar ve mühendislik adına radikal önlemler alınması sağlanabilir. Bu gerçekleri görmezden gelen yaklaşımlar, depremlerde büyük can ve mal kaybı yaşamamıza ve bu beton yığınlarının çoğalmasına neden olacaktır. Bu sistemsizlik, mimar ve mühendislerimizin de deprem kayıplarından sorumlu tutularak bu mesleklerin itibarının yitirilmesine yol açacaktır.
Toplumumuzda son yıllarda üst üste yaşanan ağır deprem felaketleri ülkemiz için ciddi anlamda ekonomik çöküşe de neden olmaktadır. Bunlarla ilgili acilen önlem alınması, toplumumuzun geleceğinin ve psikolojik olarak sağlıklı gelişmesinin sağlanması açısından oldukça önemlidir.
Turizm Beldelerinin Korunması İçin Uygulanması Gereken Yaklaşımlar
Bir ilin ülke planlamasındaki görevi belirlenirken öncelikle bir sanayi, tarım ya da turizm alanına mı dahil edileceğine karar verilmelidir. Buna karar verirken turizm alanı olarak kabul edilen bölgelerde bu cazibe merkezlerinin korunarak devamlılığının sağlanması için gerekli tedbir ve kanunlar ciddi anlamda uygulanarak cezai işlemler arttırılmalıdır. Bu konuda kamuda hizmet veren görevlilere, yine bu konuda yetişmiş ve hizmet vermiş, dürüst profesyonel kişilerden oluşan meslek sahipleri eşlik etmelidir. Toplumun menfaatini gözeten bir yönetimle kamu kuruluşları teşkilatının oluşturulması, ülkemizin gelişmişliğini artıracak en önemli unsurlar arasındadır.
Deniz, kum ve güneş gibi coğrafik özellikleriyle tercih edilen illerimizde öncelikle sahiller koruma altına alınmalıdır. Bu bölgeler sahil şeritleri bozulmadan yeşil dokuyla beslenmeli, dokuyu bozmayan hafif kütlesel yapılaşmalarla turizm alanlarına dönüştürülmelidir. Benzer örneği “Kapadokya Peribacaları” için de verebiliriz. Kapadokya’nın en önemli simgesi Kapadokya Peribacaları’dır. Buna dair Kültür Bakanlığının yıllar önce yayınladığı “Peribacaları kullanım koşulları” dikkate alınarak, geçmişte Peribacaları’na bitişik olan yapıların sağlamlaştırılması ve restorasyonun özgün hâlinin korunarak saygılı bir yaklaşımla yapılması önemlidir. Burada yalnızca bölgenin doğal ve kültürel karakterine uyumlu yaklaşımlara izin verilmelidir. Aksi uygulamalara kesinlikle müsaade edilmemelidir. Ayrıca kadroların da kanunları doğru bildiğinden emin olunmalı, kanunları bilmeyen kişiler yetkilendirilmemelidir.
Kapadokya’da son yıllarda yapılan uygulamalardan görüldüğü kadarıyla bu kanunların doğru anlaşıldığını söylemek mümkün değildir. Koruma kanunlarımızda çok açıkça ifade edilen maddelere zamanında uyulması, yerel doğal malzemelerin dışında dev betonarme yapılara (doğal dokularda yarattığı tahribat nedeniyle) kesinlikle izin verilmemesi gerekir. Deniz, kum ve güneş dünyanın her yerinde bulunabilir ancak sonradan bir Peribacası, bir Pamukkale Travertenleri’ni tüm doğal güzelliğiyle oluşturmak mümkün değildir. Zaten bu bölgeler doğal doku oldukları için dünyanın en önemli cazibe merkezleri arasındadır.
Doğal ve tarihsel bütünlüğüyle dünyanın en gözde turizm bölgelerinden olan Kapadokya Peribacaları ve Peribacaları ile bütünlük oluşturan özgün geleneksel mimari karakterlerin, yakınında restorasyon ve koruma kanunlarına aykırı yapılaşmalara izin verilmesi, aynı zamanda alttaki kaya kabuk strüktürünü bozarak bölge bütününde büyük hasar ve yıkımlara neden olacak tehlikeleri de doğurmaktadır. Milyonlarca yıl önce oluşmuş eşsiz Kapadokya’nın bir daha oluşmasının mümkün olamayacağı bilinmeli, korumacılıkta en öncelikli ve titizlikle yaklaşılması gereken dünyanın eşsiz ve en önemli cazibe merkezlerinden olduğu anlaşılmalıdır.
Ülkemizde Kapadokya ve Pamukkale gibi doğal tarihi dokunun yoğun olduğu bölgelerde ortaya çıkan bilinçsiz yapılaşmalar artmakta, ne yazık ki bu konuda önlemler konusunda geç kalınmaktadır. Pamukkale’de “UNESCO” sonradan devreye girmiş, yapılan dev otellere başka yer gösterilerek Pamukkale çevresi temizlenmiş, burası yeniden korunmaya alınmıştır. Ancak bu otelin temelinin bile Pamukkale travertenlerinde kalıcı hasar bıraktığı, zamanında bu otellere izin verilmemesi gerektiği anlaşılmalıdır. Başka bir benzer sorun orman alanlarında yaşansa bu alanların telafisi mümkün olabilir. Orman yangınlarıyla yitirilen ağaçlık alanların yerine yapılan dev oteller sonradan yıkılarak bu alanlara ağaç dikilebilir. Ancak elbette bu, yangınlara önlem alınmayacağı ve bu çok büyük kıyımlara izin verileceği anlamına gelmemelidir.
Enerji kaynakları için maden ocaklarının ülkemizin akciğerleri sayılabilecek ormanların ortasında yapılması, çevresel etki analizleri titizlikle yapılmadığı ya da bunlara uyulmadığı için çevre / köy halkına ve ülkemizin olağanüstü doğal çevresel güzelliklerine zarar vermektedir. Bu da gelecekte tarımsal ürünlerimizin ve oksijenimizin yok olacağı sonucunu oluşturur.
Bilim kurgu filmlerinde gördüğümüz; karanlık, çevresel atıkların çoğaldığı, “gelişmiş ülkelerin çöplüğü” hâline gelmeyen bir ülke olmamız için zamanında bunlara izin verilmeyecek tedbirlerin alınması, gelecek kuşaklara karşı en önemli sorumluluğumuz olmalıdır. Bu konuyla ilgili olarak; ülkemizin akciğeri arasındaki Kaz Dağları da nasibini almıştır. Ülkemizin ekosistemine oldukça büyük bir katkı sunan, turizm ve cazibe merkezi bu ormanlarımız, enerji ve maden sahası gerekçesiyle yok edilmeye başlanmıştır. Enerji gereksinimini ülkemizin coğrafik zenginliği dolayısıyla değişik kaynaklardan da edinmek mümkünken, böylesine büyük doğal zenginliklerimizin enerji madenleri, otel vb. yapılmak amacıyla yok edilmesi toplumsal çıkarlara uygun değildir.
Ülkemizin uzun vadede yıkıcı etkilerle, nefessiz ve gıdasız kalacak bir ülke hâline gelmesi mantıktan ve vicdandan uzaktır. Bunun yerine alternatif enerji kaynakları olarak kabul edilen, ülkemizde rüzgar ve güneş hatta yer altı toprak ısısı enerjilerini kullanmak mümkündür. Son yıllarda bu konularda ilerleme kaydedilen ileri teknolojiler, ülkemizde de uygulanabilir. Bu şekilde çok daha kolaylıkla, orman alanlarımızın, yerel halkın ve ülkemizin daha ekonomik şartlarla geçim kaynaklarının devamı sağlanabilir. Tüm bu bilinçsiz yaklaşımlar ülkemizde yatırımcı kayıplarına neden olmakta ve ciddi bir emlak değeri kaybı sonucu oluşturmaktadır.
Bizim vatandaş olarak bu konulara tepkimiz sadece medyada olmamalı. Otel seçerken orman yangınları sonucu yerleştirilmiş dev yapıları ya da eski eserlerin kökünden kazınarak inşa edilen, yerel kültüre ve eski eserlere saygısız otelleri tercih etmeyerek tepkilerimizi göstermeliyiz. Altın madeni için, doğal güzelliklerimizi yok eden yaklaşımlara da somut altın yerine dijital altın alarak tepkimizi gösterebiliriz.
Gelişmiş Ülkelerde Sağlıklı Kentleşme Nasıl Sağlanıyor?
Avrupa ülkelerinin (çok yakın tarihte büyük savaşlar geçirmelerine rağmen) kent dokularını nasıl olduğu gibi muhafaza edebildiği araştırılması gereken bir konudur. Bu ülkeler eski eserleri aynı karakterlerle ayağa kaldırmış, modern yapıları ise bilinçli bir şekilde bunların dışına tutmuşlardır.
Almanya köylerine gittiğim tur gezisinde, tablo gibi özenli köy evleri ve yaşantılarını görünce, “neden ülkemizde bu manzaraları görmek mümkün olmuyor?” sorusunu sormak için bir mimar olmak da gerekmiyor. Eminim ülkemizden Almanya’ya ya da diğer Avrupa ülkelerine göç eden bilim insanlarımız, sanatçılarımız, işçilerimiz de ülkemize her geldiklerinde bunları sorguluyordur. Bizim ülkemizde de olağanüstü doğal ve kültürel zenginliklerimiz varken, mimari eserlerin derin Anadolu tarihinde yetişen ustaların, mimarların “dünyaya örnek olabilecek” eserler yarattığı görülmesine rağmen bu anlayış neden ciddi bir kesintiye ve yıkıntıya uğruyor? Bu da araştırılması gereken konular arasında. Ülkemizin derin tarihi, arkeolojik bulguları kadim Anadolu topraklarının önemini artıran bilgiler barındırması tesadüf olmasa gerek. Alman köylerinde gördüğüm ahşap karkaslı bağdadi yapılar, Alman köylerinde olduğu gibi Anadolu topraklarında da değişik taş örgü sistemleriyle görülmektedir.
Ülke gelişim politikaları doğru planlansa bile bizde uygulanamamıştır. Sağlıklı kentleşmenin yanında sağlıklı tarım alanları da oluşturmalıdır. Bizde Cumhuriyetin kuruluşundan sonra sanayileşme hedefi Atatürk’ün ölümünden sonra yanlış anlaşılmıştır. Eski eserler ve tarım yok ederek, sadece “sanayileşme” hedef hâline getirilmiş, asıl hedef olan ülke bütününün sosyo-kültürel yapısının korunarak, huzur içinde geliştirilmesi sağlanamamış, yüzyıllardır tarımdan geçinen köylüler sanayi işçisine dönüştürülerek kentlerin / beldelerin kültürel kimliğinin boşaltılmasına ve yitirilmesine yol açılmıştır.
Anadolu’da bulunan arkeolojik belgelere göre dünyada ilk tarım yapan çiftçilerin Anadolu topraklarında yer aldığı ortaya çıkmıştır. Kentleşme anlayışında sanayileşme hedefi için ülkemizin bazı noktaları tespit edilip, gelişim planlarına alınabilir. Ancak bu yapılırken bereketli topraklarımızın da çok büyük olduğu ve tarımı da ihmal etmemiz gerektiğinin farkına varmalıdır. Tarihimizden beri derin bilgilere sahip yetenekli çiftçilerimizin doğayı, toprağı en akıllıca işleyerek ona zarar vermeden ürünleri ihraç edeceği ortamlar yeniden sağlanmalıdır. Bu doğal yapılan tarımla, insanlığın gıda zehirleriyle hızla yok edilmeye çalışıldığı dönemde, her bir doğal meyve gerçek altından çok daha değerli olacaktır. Bu insanlığa ve ülke ekonomimize de büyük katkı sağlayacaktır.
Ne yazık ki geçmiş yıllarda çok gelir elde etmek ve topraktan çok mahsul almak adına zararlı tohum ve gübrelerin kullanılması, toprağımıza ve çiftçilerimize hatta ekonomiye büyük zarar vermiştir. Yeni çıkan son teknoloji diye hızlıca piyasaya sürdükleri bu tohumlar piyasaya sürülmeden önce çok iyi araştırılmalıydı. Şu anda hibrit tohumların toprağa zarar verdiği ve ilk sene sağlıklı gibi görülen bu mahsullerin, uzun yıllarda toprağı kısırlaştırdığı ve sonraki yıllarda mahsul alınamadığı ortaya çıkmıştır. Örnek olarak, Nevşehir’de çıkarılan patatesler artık bu nedenle eskisi gibi yetişmemektedir. Vatansever herkes görevini en iyi şekilde yapmalıdır. Bu ülke hepimizin geleceğidir.
Ülkemizin Tüm Fiziksel ve Sosyal Çevre Değerlerine Sahip Çıkılmalı
Sonuç olarak; ülkemizde tüm şehir ve köylerde halkın sosyo-kültürel yapısının da fiziksel çevresiyle bütün olarak korunması ve geliştirilmesini destekleyen politikalar öngörülmelidir. Bu önemle turizme açılan yörelerimiz için de korumacılığın her yörenin kendi sorunları içinde değerlendirilerek sağlanması gerekmektedir. Yerel halkın bu değerlerimizin kıymetini bilme ve kullanma konusunda eğitilmesi de bu konuya önemli bir katkı sağlayacaktır.
Merkezi yönetimlerin kanunlarımızı uygulamada yetersiz davranmaları ve yerel halktan koparılmış soyut bir koruma anlayışı, güzel beldelerimizin hızla yok edilmesine neden olmaktadır. Bu beldeleri gerçekten seven, beldede dürüstçe görev yapmış “uzman” meslek adamlarından oluşan bir heyet, bölgenin korunmasına katkı sağlayabilir.
Son yıllarda bilim adamlarımızın ve halkımızın tepkisine rağmen ülkemizin doğal ve kültürel değerlerinin yok edilmesi her şeyden önce “İnsanlık suçudur.” Çünkü buradaki doğal ve kültürel güzelliklerimiz dünyanın da ilgisini çekmekte ve UNESCO gibi kuruluşlar da bu bölgelerimizin korunmasına katkı sağlayabilmektedir. Ancak Kapadokya bölgesinde Peribacaları için alınan hatalı kararlara aynı tepki gösterilmemektedir. Bu bölgede yaşayan bir olarak, bölgeyi gerçekten seven yerli ve yabancı kişilerin yanlış uygulamalar yüzünden bölgeyi terk ettiğini söyleyebilirim. Koruma kanunlarımızda geçmişte oldukça sıkı tutulan Peribacaları Kullanım Şartları yok sayılarak çevrelerindeki yapıyı tamamen kapatan ve silueti bozan yanlış uygulamalar, bölgenin sosyo-kültürel yapısını bozmaktadır. Bu tür yapıların hızla artmasın, Kapadokya bölgesinin bu uğurda bir sabun gibi erimesine ve zamanla yok olmasına neden olmaktadır.
Mustafa Kemal Atatürk’ün silah arkadaşları ve şehitlerimizin kanıyla yoğurulan bu toprakların emanetlerini iyi kullanamadığımız anlaşıldığında, belki savunacak bir ülkemiz de kalmayacaktır. Toprağı işlememek, doğal güzellikleri ve enerji kaynaklarını doğru kullanamamak, sadece “sanayileşme” amacına yönelmek doğru değildir. Bu şekilde hareket edildiğinde kaliteli ve donanımlı gençlerimiz bile ucuz iş gücüyle yabancı ülkelere kaçacak, kalan nitelikli vatandaşlarsa yine ülkemizde yabancıların satın aldığı sanayi firmalarında birer işçi olarak çalışacaktır. Bu da bizi kendi ülkemizde bir yabancı gibi yaşayacağımız, kendi bağımsızlığımızı kaybedeceğimiz sonucuna götürebilir. Ülkemizin tüm değerleri bizim olmalıdır. Bunların korunması için “milli bir seferberlik” sağlanabilir. Geleceğimiz için alınacak kararlarda vatansever, tecrübeli, donanımlı meslek uzmanları ve bilim adamlarının değerli katkılarına yer verilmelidir.