İçindekiler
İçinde bulunduğumuz yüzyıl içinde küresel ölçekte ön plana çıkmaya başlayan ve ekonominin lokomotifi olan kentler, eski ulus-devlet finansal anlayışının içinde yer alan ve bu yapıya hizmet veren bir unsur olmaktan öte, çevresine hatta tüm dünyaya etki edebilen yönetim merkezleri olmuşlardır. Bu durum, kentleri dünya üzerinde benzer özellikler taşıyan diğer kentler veya bölgelerle rekabet eder hale getirmiştir. Bu noktada “yarışan kentler” kavramı yeni düzeni ifade eden bir tanım olarak ortaya çıkmıştır.
Bu yarışta kentler arasında ticaretini, finans ve bankacılık sektörünü geliştiren, geleceği öngörebilen ve etkin politikaları ortaya koyabilenler finansal, sosyal ve kültürel olarak paylarını arttırırken; zorlu rekabet koşullarına ayak uyduramayanlar ise, küresel dünyada gücünü ve ekonomik bağımsızlığını kaybetme ile karşı karşıya kalmaktadır.
Kentsel Rekabet
Kentler arasındaki rekabet ülkelerdeki gibi; dünya ticaretinde pay alma, para birimlerindeki faiz oranları ya da kur farklılıklarıyla ilgili değildir. Diğer taraftan şirketlerdeki gibi kâr maksimizasyonu şeklinde de değildir. Kentlerin rekabet şekli; yatırımları, nitelikli nüfusu, turizmi, kamu fonlarını/teşviklerini kendilerine çekme hedefi şeklindedir.
Kentler arasındaki bu yarışmada rekabet edebilirliğin bir göstergesi olarak “rekabet gücü” kavramı ortaya çıkmıştır. Buna göre rekabet gücü; serbest piyasa şartlarında, küresel talebi karşılayan mal ve hizmeti üretirken, aynı zamanda ona bağlı olan insanların reel gelirini sürdürülebilir olarak arttırma düzeyidir. Bu kavram sadece bölgesel olmaktan öte firma veya endüstri düzeyinde de incelenmektedir. Firmalarda düşük maliyet ile yüksek kalitede mal ve hizmet üretimi, işletme giderleri rekabet gücünü belirlemektedir. Endüstrilerde ise verimlilik, pazarlama becerisi ve yenilikler, rekabet gücünü belirleyen etmenlerdir.
Firmalar üretimini arttırabileceği, verilen hizmeti kolaylaştıracak, ihracatı destekleyen bir iktisadi ve hukuki sistem içinde kâr etmeyi hedeflemektedir. Kent veya bölge politika üreticileri ise altyapı ve kamusal hizmetlerin bütünlüğü ile mekânın refahını yükseltmeyi, çevre kalitesini arttırmayı, istihdam sağlamayı ve rekabet edebilirliğin yapı taşı olan sağlıklı ekonomik yapı sayesinde vergi gelirlerini arttırmayı, yoksulluğu azaltmayı amaçlamaktadır.
Kentlerin rekabetini oluşturan temel dayanağın ekonomik sebepler olması nedeniyle aslında dünya üzerindeki sermaye de birbiriyle yarışırken bunu mekâna taşıma ve yer seçimini doğru yaparak avantajlı hale getirme konusunda çaba sarf etmektedir. Kentler bu sermayeyi çekebilmek için yarışıp, gerekli altyapı yatırımlarını yaparak sermayenin yeşerip daha da büyümesi için gerekli ortamı hazırlayabilmek için rekabet etmektedir. Burada dikkat edilecek bir diğer unsur, kentlerin sahip olduğu nitelikli işgücü ve üretim faktörlerini korurken, bir yandan da kapasiteyi arttırma isteğidir. Rekabet edebilirliği arttırmak ve bu yarışın içinde üst sıralarda olabilmek için kentler; yeşil alanlar, işletme yardımları, firma yönetim merkezleri, konutlar, rekreasyon alanları gibi fiziksel ve yerel fonksiyonlara önem vermektedir. Bu sayede kentler, bir yandan varlığını sürdürürken, diğer yandan farklı kaynaklar için değişken ve dinamik bir sistemde gelişen dünyaya ayak uydurarak yarışmaktadırlar.
Marka Kent
Kentlerin nitelikli işgücünü, turizmi, finans sektörünü ve küresel ölçekteki karar organlarını (firma, uluslararası kuruluşlar vb.) kendilerine çekmek için yapmış olduğu altyapı yatırımlarının yanı sıra kullanıcıyla buluşması ve tercih oranının arttırılması için gerekli tanıtım çalışmalarının yapılması gereklidir. Bu durumda kentlerin bir ürün şeklinde pazarlanması ve bir marka çalışması yapılması gündeme gelmektedir.
Kentlerin markalaşması, güçlü yanlarını ortaya koyan, kültürel anlamını vitrine çıkartan, kente ekonomik ve sosyal anlamda değer katan bir imajı sağlayarak, kenti “değer aktarılmış bir ürüne” dönüştürmektedir. Markalaşmanın fiziksel mekâna yansıması ve fayda sağlaması, aynı zamanda toplumsal yapıyı da olumlu yönden etkilemektedir.
Markalaşma süreci vizyon ve strateji gerektiren uzun bir çalışmayı gerektirmektedir. Bu da kentin tüm aktörlerinin katılımıyla gerçekleştirilmesi gereken bütüncül bir uygulamadır. Bu bağlamda oluşturulacak kent markasının sivil toplum kuruluşlarına ve yerel halka anlatılması, onların benimsenmesinin sağlanması, başarı için çok önemlidir. Yerel politika üreticilerinden kurumlara, sanayi aktörlerinden inşaat sektörüne, sivil toplum kuruluşlarından üniversitelere kadar tüm kent aktörlerinin, kentin markasına ve bu marka imajını elde etmek için yapılması gereken çalışmalara organize bir şekilde katılması gerekmektedir. Bu çalışma profesyonel bir anlayışla ve katılımcı bir şekilde yapılmalıdır. Çünkü kentin yönetimi ve toplumsal yapısı da markanın bir bileşenidir.
Kentler arası rekabet ve markalaşma çabası, kent içi dinamikleri ve dengeleri baştan uca değiştirmektedir. Kentin ulaşımından ticaretine, yönetiminden sanayisine, korunmasından dönüşmesine kadar her türlü süreçte bunun izlerini, mekansal ve sosyal etkilerini görmek mümkündür. Bu değişime toplumsal ve ekonomik akımların etki etmesi ve dönüşüme destek vermesi marka imajını güçlendirmektedir. Bu akımların her biri kente dair ekonomik, sosyal ve mekansal süreçlerle birlikte kentin dönüşüm vizyonunu da belirlemektedir.
Kentsel Dönüşüm Markalaşmanın Bir Aracı Olarak Kullanılmalı
Kentsel dönüşüm olgusunu sonuç değil, süreç olarak ifade etmek gerekmektedir. Bu sebeple kavramı irdeleyebilmek ve en uygun şekilde açıklamak için kavramın ortaya çıkmasını sağlayan temel unsurları iyi anlamak gerekir. Kentler birçok etkiye bağlı olarak eskime, köhneme ve bozulmanın yaşandığı mekanlardır. Kentin var oluşundan itibaren devam eden bu süreç, dünya var oldukça da devam edecektir. Ekonomik yaklaşımlara dayalı sanayileşme ve göç ile birlikte savaş ve afetler gibi sıra dışı sebepler, kentleri sürekli bir dönüşüme tabi tutmaktadır.
Tarihsel gelişimi içinde kentsel dönüşüm, genellikle belirli bir alanın yıkarak bütünüyle farklı plan ve mimari projelerle yeniden inşa etmek üzerine ilerlenmesinden dolayı kent sakinlerinin hayatlarındaki değişimin dar kapsamlı bir çerçevede ele alınmasına yol açmıştır. Bu durum kentsel dönüşüm kavramının içi boşaltılmış bir olgu olmasına neden olmakla beraber günümüze kadar yapılan birçok uygulamanın, sadece fiziksel müdahaleyi hedef alan projeleri ortaya koymasına tanıklık edilmiştir.
Kentsel Dönüşüm, Sadece Yapıların Sağlamlaştırılması Gibi Dar Bir Anlama Sıkıştırılmamalı
Ülkemizde kentsel dönüşüm uygulamalarının resmî dayanağı olarak kullanılan yasalardan özellikle 2012 yılında çıkarılan “6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki Kanun,” adında da anlaşılacağı gibi afet riskinin bertaraf edilmesi ve güvenli yaşam alanlarının oluşturulması üzerinde kuruludur. Bu durum özellikle deprem kuşağında olan ve son yıllarda sel, heyelan, yangın gibi birçok afetle uğraşan ve yapı stoku söz konusu koşullara karşı dayanıksız olan ülkemiz için son derece önemli olsa da kentsel dönüşüm, sadece yapıların sağlamlaştırılması gibi dar bir anlama sıkıştırılmaması gereken bir kavramdır.
Dünyada ve ülkemizde kentsel dönüşüm, bir rant aracı olarak görülmektedir. Bu noktada dikkat edilmesi gereken nokta; kentsel dönüşümde ortaya çıkan rantın aktarımı ve sağlamış olduğu doğrudan veya dolaylı faydaları değerlendirme yaklaşımıdır. Kentsel dönüşümün gerekliliği söz konusu olduğunda bunu sağlayacak iktisadi kaynakların ortaya koyulmasındaki en önemli katkı, rant farkıdır. Rant farkı, belli bir arsada gerçek (kapitalize edilmiş) ve potansiyel değer arasındaki farkı göstermektedir. Rant farkının oluşması, kentsel dönüşüm için uygun ortamı hazırlarken bu makasın gereğinden fazla açılması, kentsel mekânda ve kentleşme olgusunda farklı sorunların başlangıcı olmaktadır.
Kentsel dönüşüm, kentlerin marka imajının oluşturulması ve kentsel rekabet yarışında iyi bir yer edinebilmesi için yapılacak çalışmaların mekâna yansımasında, değiştirilmesi ya da geliştirilmesi gereken kent dokularının kente tekrar kazandırılarak mekânın daha etkin kullanımının sağlanması adına gerekli müdahalelerin yapılması için önemli bir argüman olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu nedenle kentsel dönüşümü sadece afet odaklı bir anlayıştan çıkarıp özellikle kentin doğru planlanması ve rantın adil dağılımı için bir araç olarak kullanmak, ülkenin gelişimi için göz önünde bulundurulmalıdır.
Doğru Uygulanan Kentsel Dönüşüm, Dünya Kentlerine Örnek Olabilir
Ülkemizde İstanbul başta olmak üzere birçok bölgede kentsel dönüşüm projesi yapılmıştır ve bu çalışmalara halen devam edilmektedir. Söz konusu projelerin bir bütün içerisinde kente katkı sunması açısından Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığının, belediyelerden istediği kentsel dönüşüm strateji belgeleri, bu bağlamda ön plana çıkmaktadır. Eğer doğru strateji ve planlamalar yapılırsa kentsel dönüşüm; sadece afet odaklı ve yapıyı öne çıkaran bir rant paylaşımı aracı olarak düşünülmekten öte, dünya kentlerine örnek olabilecek değişimleri, nitelikli iş kollarını barındırabilecek altyapıyı ve daha yaşanabilir kent mekanlarının oluşmasını sağlayarak dünya çapında tercih edilen bir kent oluşturma yöntemi olabilir.
Yeni bir kent oluşturma sürecinde dünya üzerinde fazla örnek bulunmamaktadır. Buna rağmen özellikle son 30 yılda önemli projeleri de içinde barındırarak inşa edilen Dubai, belirlenen vizyon, ortaya koyulan doğru stratejiler ve planlama ile neredeyse baştan yaratılmasına rağmen şu anda dünyanın en çok ziyaret edilen kentleri arasında yer almaktadır. Bunun en önemli sebeplerinden biri kentin sadece yapısal gelişmeye değil marka imajına değer veren bir planlamaya anlayışına sahip olmasıdır. Buna ek olarak mevcut kent dokusu içerisinde fonksiyonunu yitirmiş liman alanlarının dönüşümünü sağlayarak kente değer katan Bilbao ve Londra da kentsel dönüşümü bir imaj aracı olarak kullanarak kenti ileriye taşıyan örneklerdir.
Sadece konutların afete karşı dayanıklı olmasından öte, kentsel imajı etkileyen örneklerin de ülkemizde artması için gerekli çalışmaların bu vizyon çerçevesinde yapılmasında geç kalmış sayılmayız.