İçindekiler
İstanbul Proje Yönetimi Derneği (İPYD) tarafından bu yıl 6’ncısı gerçekleştirilen İnşaat Yönetimi Zirvesi, 18 Mart 2023 Cumartesi günü İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Taşkışla Kampüsünde yapıldı. Sektörün önde gelen profesyonellerinin “İnşaat Sektöründe Yaşam Döngüsü” teması üzerine konuşarak bilgi, deneyim ve fikirlerini katılımcılarla paylaştıkları zirvede; inşaat sektöründe karbonsuzlaşma, deprem gerçekleri ve afet yönetimi, dirençli kentler ve sürdürülebilir yapılar gibi birbirinden önemli konular üzerinde duruldu.
İPYD Yönetim Kurulu Başkanı Selcan Gürsu ve 6. İnşaat Yönetim Zirvesi Proje Yöneticisi Yekcan Mahmutoğlu’nun açılış konuşmalarını yaptığı etkinliğin öne çıkan başlıkları şöyle sıralanıyor:
Doç. Dr. Duygu Erten: “İnşaat Sektöründe Enerji Kullanımı Acilen Azaltılmalıdır”
“İnşaat Sektöründe Karbonsuzlaşma” başlıklı konuşmasını gerçekleştiren Doç. Dr. Duygu Erten, inşaat sektöründe enerji kullanımının azaltılıp sıfır enerjili bina sayısının artması gerektiğine vurgu yaparak şunları aktardı:
“Hepimizin bildiği gibi iklim değişikliği ve beraberinde getirdiği felaketler, artık günlük hayatımızın bir parçası. Binaların global iklim takipçisi bulguları, 2020’den bu yana bina sektöründe enerji yoğunluğunun arttığını ve daha yüksek emisyonlara çıkıldığını gösteriyor. Bu da hedefimizde olan gerçek iklim performası ile gereken seviyede karbonsuzlaştırma yol haritası arasında, giderek uçurumun büyümesi demek.
İnşaat sektöründe yapısal ve sistemik olarak karbonsuzlaşma ve yıllık iyileştirmelerin Paris Anlaşması hedefleri doğrultusundaki takibi çok daha hızlanmak zorunda. Binalar ve inşaat sektörü, enerji ve süreçle ilgili karbondioksit emisyonlarının yaklaşık %37’sini, küresel olarak enerji talebinin %34’ünden fazlasını oluşturuyor. Sonuç olarak binalar ve inşaat sektörü, 2050 yılına kadar karbonsuzlaşma hedefine giden yoldan sapmıştır. Bu nedenlerden dolayı sektörümüzde acilen enerji kullanımının daha da azaltılmasına, buna yönelik çalışmaların artmasına ve sıfır enerjili bina sayısının artmasına gerek vardır.”
Ömer Selçuk Baz: “Çevrenizdeki Her Şey Düşünme Biçiminizin Tezahürü”
“İnsan Yaşadığı Yere Benzer” başlıklı oturumda söz alan Yalın Mimarlık Kurucu Ortağı Ömer Selçuk Baz, Kahramanmaraş Depremleri ile birlikte duyulmayan, görmezden gelinen pek çok gerçeklikle karşı karşıya kalındığını aktararak sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bu konuşmayla birlikte sizleri başka şekilde düşünmeye davet edeceğiz. İnsan, hep kendine benzeyen yerler inşa ediyor. Sadece mimari açıdan da değil kültür başta olmak üzere pek çok açıdan bu durum böyle. Kentleşme dediğiniz şey özünde, insanoğlunun birlikte organize olarak büyük mekânsal organizasyonlar içerisinde varlığını sürdürme durumudur. Çevrenizde gördüğünüz her şey, sizin düşünme biçiminizin bir tezahürüdür.
İnsanın yaptığı tüm faaliyetlere baktığımızda bence inşaat, bunların kabaca bir tabirle en ilkel olanıdır. Binlerce yıldır çok değişen bir şey yok. Dolayısıyla yaşadığımız depremlerde karşılaştığımız sonuçlar da böylesine ilkel bir işi bile doğru yapamadığımızı bizlere net bir şekilde gösteriyor. Bugün depremle ilgili konuşulanlar; yapıların dayanıklılığı, fay hatları ve zeminler üzerine. Ancak bunu çok iyi biliyoruz ki inşa edilen her yapının arkasında bir mimar var, yani en azından olmalıydı.”
Nevzat Sayın: “Mimarlık Fakültelerine Etik Dersi Eklenmeli”
Oturumun bir diğer konuşmacısı olan Nevzat Sayın Mimarlık Hizmetleri Kurucusu Nevzat Sayın ise Ömer Selçuk Baz’ın ifade ettiği ilkellik konusuna katıldığını belirterek bunu bir örnekle temellendirdi.
Sayın’ın konuşmasından öne çıkan ifadeler şöyle sıralandı:
“Ömer Selçuk Bey güzel bir yerden yakaladı, nitekim ilkellik konusuna ben de katılıyorum. Örneğin Mısır Piramitleri ile bugünkü yapıların inşa aşamasında, farklı alanlar kadar ciddi bir fark yok. Bununla birlikte sürdürülebilirlik, karbon salımı, iklim değişikliği, yeşil binalar gayet tabii çok hayati başlıklar. Ancak baktığımda, ne yazık ki bu konuların bizim için oldukça yukarılarda yer aldığını görüyorum. Zira deprem sonrası çıkan fotoğraflar, üzücü bir biçimde bunu temellendiriyor.
Yapı dediğimiz şeyin; tasarım, denetim, geliştirici, yönetmelik gibi birçok ucu var. Tüm bunlar içinse iyi yetişmiş insan gücü gerekiyor. Ancak burada da maalesef iyi durumda değiliz. Örneğin ülkemizde 180’in üzerinde mimarlık fakültesi olmasına rağmen bunların çoğu yetersiz. Tekniği ve etiği kendi ellerimizle yok ediyoruz. İçinde bulunduğumuz durumda geliştiriciden son kullanıcıya kadar herkesin sorumluluğu bulunuyor. Deprem sonrası ortaya çıkan manzaralarda kum yığını hâline gelen binalara bakınca dehşete kapılıyorum. Oysaki yetersiz gördüğüm kurallara dahi uyulmuş olsa böyle bir sonuçla karşılaşmayacağımız gün gibi ortada. Buradan bir öneride de bulunmak istiyorum: Mimarlık fakültelerine ‘etik’ dersi mutlaka eklenmeli.”
Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu: “Afet Yönetiminin Özü, Riski Kontrol Edilebilir Seviyede Tutmaktır”
İTÜ Afet Yönetimi Enstitüsü Müdürü ve İTÜ Meteoroloji Mühendisliği Bölümü Başkanı Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu, “Deprem Gerçekleri ve Afet Yönetiminin Önemi” temalı konuşmasında şunları dile getirdi:
“Afet yönetimi, afet sonrası gidip arama-kurtarma yapmak, çadır kurmak ya da yaralı taşımak değildir. Bunlar ön iyileştirmedir. Afet yönetimi ise bir sistemdir. En zayıf halka kadar güçlüsünüz. Esas müdahale risk azaltma ile başlar. Hazırlık ise azaltılamayan risk için yapılır. İstanbul’da 100 bine yakın bina var yıkılacak. 100 bin binanın yıkılacağı bir yerde hazırlık yapamazsınız. 100 kişilik arama-kurtarma ekibini 100 bin bina için düşündüğümüzde toplam 10 milyar arama kurtarma personeli yapıyor. Böyle bir afet yönetimi yok. Afet yönetiminin özü, riski tolere edilebilir ya da kontrol edilebilir seviyede tutmaktır. Depremden dolayı kimsenin her yere aynı anda ulaşması mümkün değil. Bu bizi yıkım sarmalından çıkarmaz. Yıkılmayacak binalar yapmamız lazım. Afet yönetiminde esas olan, bu ihtiyaçları öncesinde ortadan kaldırmaktır.”
Etkinliğin Yeditepe Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölüm Başkanı Dr. Öğr. Üyesi Özgür Köylüoğlu moderatörlüğünde gerçekleşen “Dirençli Kentler” başlıklı oturumunda; ARUP Türkiye Sürdürülebilir Şehirler ve Ulaştırma Direktörü Maral Mitilyan, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Akıllı Şehir Şube Müdürü Ali Taşdemir ve Optimal PMO Altyapı, Çevre ve Enerji Projeleri Direktörü Hüseyin Fatih Aktaş konuşmacı olarak yer aldı.
Maral Mitilyan: “Dirençliliğin Her Aşaması Ayrı Değerlendirilmeli”
ARUP Türkiye Sürdürülebilir Şehirler ve Ulaştırma Direktörü Maral Mitilyan, konuşmasının başında insanların iyi bir hayat yaşaması adına; sağlıklı, huzurlu, mutlu ve özgür bir ortam yaratılması için tüm sektör temsilcilerinin çalışması gerektiğini aktardı. Mitilyan, konuşmasının devamında dirençliliğin aşamalarıyla ilgili de şu ifadeleri kaydetti:
“Özetle aktarmak gerekirse dirençliliğin birkaç tane ölçeği bulunuyor. Bunların birincisi organizasyonel dirençlilik. Burada meslek profesyonellerinde farkındalık yaratılarak kurumlar içi dirençlilik oluşturuluyor. Risk öncesi ve sonrası süreçte neler yapacağımızı bu şekilde belirliyoruz ve söz konusu süreç bir iş devamlılığı getiriyor. Bir sonraki ölçek olarak altyapı dirençliliği gelirken, bunun devamında daha bütüncül şekilde kent dirençliliği ortaya çıkıyor. Son ölçeğimiz ise ulusal dirençlilik. Dirençli kentler için kısaca açıklamaya çalıştığım her aşamayı tek tek değerlendirip günün sonunda bütüncül bir bakış açısına ulaşmaya ihtiyacımız var.”
Ali Taşdemir: “Dirençli Kentler, Sadece Afete Hazırlıktan İbaret Değil”
Oturumda Maral Mitilyan’dan sonra söz alan İstanbul Büyükşehir Belediyesi Akıllı Şehir Şube Müdürü Ali Taşdemir ise dirençli kentler konusunun sadece afetlere hazırlıktan ibaret olmadığını anımsatarak söz konusu kavramın akıllı şehir konusuyla ilişkisini mercek altına aldı.
Taşdemir’in konuşmasında şu ifadeler öne çıktı:
“Dirençli kentler ile ilgili içinde bulunduğumuz gündemden hareketle sadece afet yönetimi gibi bir algı bulunsa da aslında söz konusu kavram bundan çok daha fazlasını kapsıyor. Bu noktada dirençli kentler ile akıllı şehir kavramını da bağdaştırabiliriz. 1990’ların başından itibaren şehir nüfusunun artmasıyla birlikte iki kavram ortaya çıkıyor. Bunlardan biri nüfus artışına bağlı olarak geleneksek şehircilik hizmetlerinin yetersiz kalmasıyken bir diğeri ise aynı dönemde küresel ölçekte dijitalleşmenin hız kazanması. Bu gelişmeler bir bütün olarak değerlendirildiğinde bizleri akıllı şehir kavramına götürüyor.
Dirençli kentlerden anlamamız gereken sadece mekânsal bir dayanım değil. Örneğin işsizlik ya da bambaşka bir başlık olan iklim değişikliği konusuna kentlerin gösterdiği direnç de bu kapsama giriyor. Belirttiğim gibi akıllı şehir konusu da dirençli kent başlığıyla ciddi noktalarda kesişiyor. Afetlere ya da trafiğe karşı geliştirilen akıllı şehir çözümleri bunlardan sadece bazıları. Biz aslında akıllı şehirler konusunda bir platform kurduğumuzda bunun altyapısı aynı zamanda dirençli kentlerin de ortaya çıkmasına zemin hazırlıyor.”
Hüseyin Fatih Aktaş: “Hatay Gibi Bölgelerin Yeniden İnşasında Hızlı Hareket Etmeliyiz”
“Dirençli Kentler” oturumunda görüşlerini paylaşan bir diğer isim Optimal PMO Altyapı, Çevre ve Enerji Projeleri Direktörü Hüseyin Fatih Aktaş ise deprem bölgesinden izlenimlerini aktardı ve özellikle Hatay’daki yıkımın çok ciddi boyutta olduğunu, yeniden inşa için de hızlı hareket edilmesi gerektiğinin altını çizdi.
En kötü senaryoda insanların tekrar Hatay’a dönmemeleri gibi bir ihtimalin dahi söz konusu olduğunu belirten Aktaş, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Böylesine ciddi bir felaketle karşı karşıya kalan insanların zihinleri tekrar orada yaşamayı kaldırabilir mi? sorusunun iyice irdelenmesi gerekiyor. Hatay dışındaki diğer şehirlerde yaşamın devam ettiği alanlar bulunuyor ve bu nedenle oralardaki toparlanma nispeten daha kolay olacak. Bu nedenle şahsi kanaatim, Hatay gibi ciddi yıkımların olduğu bölgelerde hızlı hareket etmemiz gerektiği yönünde. Bu hedeften hareketle şu an sayamayacağım kadar çok firma, söz konusu bölgede gönüllülük esasıyla projeler üretti, üretiyor. Türkiye’de inşaat sektörünün bu felakete güzel bir refleks verdiğini düşünüyorum.
Bunların yanı sıra sektör olarak ders alacağımız bir dönemdeyiz, zira depremlerde ortaya çıkan acı sonuçlar bizim için karne niteliğinde. İnşa süreçlerinde görev alan tüm tarafların, ne kadar önemli bir iş yaptığının bilincinde olması gerekiyor. Kullanıcılara da tabii ki ciddi bir sorumluluk düşüyor, ağır hasarlı binalarda yaşamaya ısrar etmeleri çok ciddi bir sorun olduğunun işareti. Özetle toplumun tüm kesimlerindeki farkındalığı arttırmalıyız.”
Dr. And Akman: “Enerji Tüketme Özgürlüğümüzü Çok Doğru Sorgulamamız Gerekiyor”
Moderatörlüğünü Çevre Dostu Yeşil Binalar Derneği (ÇEDBİK) Genel Sekreteri Engin Işıltan’ın yaptığı “Malzemenin Evrimi ve Sürdürülebilir Yapılar” konulu panelde konuşan Yapı Biyoloğu ve Sürdürülebilir Yapı Uzmanı Dr. And Akman, şunları dile getirdi:
“Enerji tüketme özgürlüğümüzü çok doğru sorgulamamız gerekiyor. Doğal yapı malzemelerinin evrimi bu bakımdan çok önemli. Çünkü inanılmaz bir enerji tüketiliyor burada. Yapılan işlerde ne durumdayız ve bu gelecekte nereye evrilebilir?
Örneğin toprak yapı malzemeleri, dünyanın en eski malzemelerinden biri. Bugün toprak malzemeler, teknoloji ile birlikte iyi bir sıçrama yaptı. Bunlar az enerji tüketen ve geri dönüşümü de çok kolay olan malzemelerden. Dolayısıyla ana bakış açısı aslında şu: Bir bina dünyaya geldiğinde, o sürece kadarki tükettiği enerjiden sorumlu. Ben şuna bakıyorum, bir bina hizmet ettiği süre boyunca tükettiği enerjiden daha azını harcayabilir fakat işin aslan payı üretildiği inşaat malzemelerinin tükettiği enerjilerde yatıyor. Yani binaya taşındığımızda geriden başlıyoruz. Asıl süreç bundan sonra başlıyor. Dolayısıyla yapı malzemelerinin aktörleri olarak maça ne kadar yenik başladığımıza biz karar veriyoruz.”
Ahmet Sertaç Öztürk: “Malzeme ile Yalnız Kalmıyoruz”
Kadir Has Üniversitesi Öğretim Görevlisi Ahmet Sertaç Öztürk, panelde yaptığı konuşmasında şu ifadeleri kullandı:
“Malzemeyi bir temsile indirgiyoruz ancak malzemenin kendisi ile baş başa kalmıyoruz. İçinde çok fazla bilgi ve malzeme barındırmayan malzeme ile yalnız kalmalıyız. Bizim aslında malzemeyi bilgiye indirgediğimiz bir süreç içinde yaşıyoruz. Tasarım süreci, bütün inşaatın içindeki hakim durumdur. İyi bir proje yönetimi aslında süreci tahmin etmek demektir. Sürdürülebilir yapı da binanın yapım süreci bittikten sonra da ihtiyaçlarını öngörebilmek demek. Sadece bina yapmak değil binanın ihtiyaçlarını da içselleştiren bir süreç bu.”
Gökçen Ezgi Şen: “BIM, Başlı Başına Bir Kavram”
Panelin konuşmacılarından olan Yüksek Mimar ve BIM Danışmanı Gökçen Ezgi Şen, BIM (yapı bilgi modellemesi) hakkında yaptığı konuşmasında şunları aktardı:
“BIM aslında başlı başına bir kavram. Biz günümüzde daha ziyade BIM’i teknoloji olarak görüyoruz. BIM’i ben şöyle tanımlıyorum: 50-100 yıl önce daha kapsül bir ekibimiz vardı. Daha küçük projeler yapıyorduk. Daha büyük projeleri de o ekiple yapıyorduk. Ne yapıyorduk? Projemizi tasarlıyorduk, bunun statiğini hesaplıyorduk, binanın iç dizaynını, cephesini ve peyzajını tasarlıyorduk. Bu süreçten sonra binanın üretiminde var oluyorduk. Anahtar tesliminde ise binanın yaşam döngüsü sırasında oluşabilecek sorunlar da mimarın gözetimindeydi. Binanın başlangıcından sonuna ev hatta sonrasındaki süreçlere dair tüm bilgiler o kapsül ekibin elinde olduğu için o kişi ölmediği takdirde tüm evrelere aktarılabiliyordu. Sonra projeler gelişince beklentiler de gelişti. Bina yapım metodları gelişti. Şimdi ne oldu? Disiplinler ayrıldı. İletişim sorunu yaşandı. Bu kadar dağılınca bizi birleştiren bir kavrama ihtiyaç duyduk. Bu kavram da BIM oldu. BIM, bilginin ne kadar değerli olduğundan bahsediyor ve bu bizim odaklanmamız gereken teknolojinin temeli.”