İçindekiler
6 Şubat 2023’te Kahramanmaraş merkezli gerçekleşen ve 11 ili etkileyen deprem ile sonrasında yaşanan sel felaketi, afet sonrası kriz yönetimi ile bu süreçteki müdahalenin ne kadar güç olduğunu bir kez daha gösterdi. Geldiğimiz noktada ise cevaplanması gereken önemli bir soru var: Riskin azaltılması mı, yoksa krizin yönetimi mi?
Bu iki yaklaşım birbirinden ayrı düşünülemez. Her ikisi de beraber var olduğu müddetçe hem kentlerimiz hem de kırsal alanlarımız afetlere karşı direnç kazanabilir.
Coğrafi konumu nedeniyle ülkemizdeki deprem riski oldukça yüksek. Söz konusu durum maalesef yaşayarak öğrendiğimiz ve kaçamayacağımız bir gerçekliktir. Bu nedenle afet öncesi öngörülen risklerin azaltılması ve sonrasında zararların giderilmesi için çalışılması gerekmektedir. Bu kapsamda dirençli kentler tanımı, dünyada benimsenen bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır.
Dirençli Kent Nedir?
Dirençli kent ifadesi, literatürde oldukça farklı ve geniş kapsamda tanımlanmıştır. Sadece doğal afetler karşısında değil, küresel iklim krizinden salgın hastalıklara kadar her türlü riske karşı dirençlilik tanımı geliştirilmiştir. Ben ise bu yazımda dirençlilik kavramını açıklarken, doğal afetleri referans aldım.
Dirençli kentler; herhangi bir afet durumunda kentin tüm sistemleri ile sürdürülebilirliğin sağlanması ve afet sonrasında oluşan zararların hızlıca iyileştirilmesidir. Dirençli kent sistemleri tanımı ile hedeflenen; beşerî, fiziksel, sosyal, ekonomik tüm bileşenlerin işlevlerini kaybetmeden afete karşı dayanması, dolayısıyla sürdürülebilirliğin sağlanmasıdır. Bu açıklama; olası risklerin afet öncesi dönemde öngörülerek önlem alınması ve kentin sadece fiziksel olarak değil beşerî, sosyal, psikolojik, ekonomik bozulmalara karşı da dirençliliğinin sağlanması olarak genişletilebilir.
Dirençli Kentler Nasıl Oluşturulur?
Dirençli kentlerin oluşturulma süreci toplam 4 adımda tanımlanmaktadır.
Afet Risklerini Azaltma
- Tehlike ve risklerin belirlenmesi,
- Fiziksel/yapısal zarar azaltma çalışmaları,
- Bilinçlendirme ve eğitim faaliyetleri,
- Kısa, orta ve uzun vadeli zarar azaltma planları,
- Risk altındaki kritik tesis ve altyapının güçlendirilmesi,
- Tarihî eser, çevre ve doğal hayatın korunması,
- Mevzuatın gözden geçirilmesi ve düzenlenmesi.
Afete Hazırlık
- Tahmin ve erken uyarı sistemleri kurulması,
- Tahliye ve acil yardım planlarının yapılması,
- Eğitim ve tatbikatların gerçekleştirilmesi,
- Kaynak sağlanması,
- Gönüllülük sisteminin oluşturulması.
Afete Müdahale
- Haber alma, ulaşım, arama kurtarma, ilkyardım, tahliye, toplu yardım,
- Yiyecek, su, ilaç gibi yaşamsal ihtiyaçlar güvenlik, çevre sağlığı,
- İkincil afetler: yangın, bulaşıcı hastalıklar,
- Basın ve halkla ilişkiler,
- Geçici iskân,
- Hasar tespiti ve enkaz kaldırma.
Afet Sonrası İyileştirme
- Enkaz yönetimi,
- Yeniden yapılanma,
- Tamir ve güçlendirme çalışmaları,
- Kalıcı konutların inşası,
- Ekonomik iyileşme için programlar,
- Sağlık ve tıbbi servisler,
- Normal yaşam koşullarının oluşturulması.
Bir şehir plancısı olarak uzmanlık alanıma girmesi nedeniyle afet risklerinin azaltılması sürecine yönelik yorumlarımı paylaşarak yazımı sonlandıracağım.
Afetlere Hazırlık İçin Çok Aktörlü Bir Yönetişim Anlayışı Benimsenmeli
Afetler sonrası zararların en düşük düzeyde gerçekleşmesi adına öncelikle kentlerimizi ve toplumumuzu afetlere hazırlıklı duruma getirmeliyiz. Afet dirençli bir kent inşa etmek için olası riskleri öngörüp, bu riskleri zarara dönüşmeden engellemeli ve azaltmalıyız. Bu noktada planlama süreci ile beraber çok aktörlü bir yönetişim anlayışı benimsememiz elzem.
Planlama sürecinde yapılması gerekenleri kısaca “mevzuata uymak” olarak özetleyebilirim. Risklerin entegre edildiği plan kademelerinin; yasa ve yönetmeliklere uygun olarak hazırlanıp onaylanması, plan değişikliklerinin de aynı ilke doğrultusunda yapılması gerekiyor. Plan değişikliklerinin kişilerin talebi ile değil, plan projeksiyonlarının yetersiz kaldığı noktalarda hazırlanması hayli önemli bir başlık.
Nüfusun Belirli Şehirlerde Yığılmasını Engellemek Zorundayız
Planlama sürecinde kentsel ve kırsal alanların da bütüncül olarak planlanması gerekmektedir. Ülke nüfusunun belirli şehirlerde yığılmasını engellemek zorundayız. Bugün ülkemizin nüfusunun yaklaşık %31’inin yaşadığı ve göç almaya devam eden Marmara, 1. derece deprem bölgesidir. Sanayi üretimi, finans ve turizm faaliyetleri ile bölgenin GSYH içerisindeki payı yaklaşık %45’tir. Beklenen olası bir depremde önlem alınmadığı takdirde hem çok ciddi bir nüfus hem de ülke ekonomisinin çok önemli bir kısmı tehdit altındadır. Elbette kentsel dönüşüm ilk ve en önemli adımdır ancak bu yapılırken deprem bölgelerinin bir bütüncül yaklaşımla ele alınması gerekmektedir. Sanayi alanlarının taşınması, bu bölgeye daha fazla göçün engellenmesi için de önlemler alınması ve özendirici teşvikler verilmesi gerekmektedir. Ülke ölçeğinden başlayarak, bölgeler düzeyinde önlemlerin alınması elzemdir.
STK’lerle İş Birliği Yapılarak Organizasyon Kapasitesi Arttırılmalı
Planlama sürecinin yanı sıra toplumun da afetler karşısında bilinçlendirilmesi ve sivil toplum kuruluşları ile iş birliği yapılarak organizasyon kapasitesinin arttırılması da önemli bir husustur. Yaşadığımız deprem sürecinde hem maddi hem de manevi anlamda toplumsal olarak ciddi bir dayanışma gösterdik. Ancak ilk günlerde organizasyon ve bilgi eksiklikleri nedeniyle maddi yardımların bölgelerde kullanılamaması ve zarar görmesi, yardımların geri dönmesi gibi sorunlarla karşılaştık. Bu noktada merkezi ve yerel düzeyde kamudan, sivil toplum kuruluşları ve bireylere kadar kapsamlı bir iş birliği ve koordinasyon sağlanmalıdır. Afet öncesi süreçte risklerin azaltılması, afet sonrası süreçteki olası zararların azaltılması adına kıymetlidir.