İçindekiler
Depremin üzerinden 50’den fazla gün geçti. Acıdan etkilenme derecesine bağlı olarak normalleşmeyi gözlemliyoruz. Diğer büyük depremlerin ardından olduğu gibi ilk başlarda yaşadığımız riskler ve üstlenmemiz gereken sorumluluklar çok yoğun bir şekilde gündemimizdeyken şimdilerde yerini başka meselelere bıraktı.
Pek de Milat Olmadı!
Açıkçası 10 binlerce canı kaybettiğimiz, milyonlarca insanı direkt etkileyen ve milyarlarca liralık maddi zarar yaratan bu olayın, etkisini bu kadar çabuk yitirmesini beklemiyordum. Bir önceki yazımda bu depremler için “milat olmak zorunda” demiştim. Bugün yine 3 temel kilometre taşından bahsetmek istiyorum. Bu taşların çok büyük bir hızla hayata geçmesi tüm ülke için büyük önem taşıyor.
Deprem Konusunda Kurulan Bilim Konseyleri İşe Yaradı mı?
Belli konularda stratejiler geliştirmek için bir araya gelen farklı disiplinlerden kişiler, yine belli bir amaç için fikirler ve metotlar geliştirirler. Deprem konusunda ülkemizde şu ana kadar pek çok deprem bilim konseyi kuruldu, raporlar ve sunumlar hazırlandı. Ancak görünen o ki pek de bir sonuca varılamadı. Bunun yanında hâlihazırda deprem vakfımız, deprem mühendisleri derneğimiz, meslek odalarımız ve üniversitelerde konuyla ilgili enstitülerimiz bile var. Fakat bu kurumlar da belli bir uzmanlık üzerine çalışmalar yürütüyorlar. Deprem ve sonrası ise bize, bu konunun çok disiplinli şekilde ele alınmasının şart olduğunu ortaya koydu.
Gerçek Bir Düşünce Kuruluşu (think tank) Oluşturalım
Deprem sonrası sorumluluk konusunda bile karmaşa yaşandı. Bu nedenle hızlı bir şekilde düşünce kuruluşu oluşturulmalıdır. Bu kuruluşun içerisinde deprem mühendisleri, jeoloji ve jeofizik uzmanları, mimarlar, şehir plancıları, sosyologlar, finans uzmanları, ekologlar, yükleniciler ve kamu erkinden temsilciler bulunmalıdır. Kentlerin mevcut durumunu ve risklerini tespit edip somut ve uygulanabilir çözüm önerileri geliştirilmelidir. 2019 yılında İstanbul’da yapılan bir çalıştayı, bunun temel fikirlerini veren bir organizasyon gibi algılayabiliriz. Söz konusu organizasyonun sonrasında seferberlik planı da hazırlandı ancak bu çalışma hem tek seferlik oldu hem de sadece İstanbul’u baz aldı.
Türkiye’nin büyük oranda sismik aktivitesi yüksek bir coğrafyada olduğunu ve bir bölgedeki depremin tüm ülkeyi etkilediğini gördük. Bu kuruluş hayata geçirilebilirse ülke için bütüncül stratejileri de geliştirecektir.
Ev Sağlam, Peki Ya Diğerleri?
Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı, depremin yarattığı yıkımın konutlar haricindeki yapılar için bilançosunu yayınladı. Bu rapora göre tarım, imalat sanayi ve turizmde toplam hasar büyüklüğü 181 milyar TL civarında. 28 otel ya yıkılmış ya da ağır hasar almış. Barajlar ve göletlerde yine ağır hasarlar mevcut. Bazı fabrika ve imalathanelerde hem yapısal hasarlar hem de yapısal olmayan elemanlardan kaynaklı makine ve ham madde kayıpları yaşandı.
Yüksek Ofis Binaları ve Fabrikalar da Depreme Dayanıklı Olmalı
Hayatımızın bir kısmı evlerde, büyük bir bölümü de okullarda ve iş yerlerinde geçmektedir. Hastane ve okulların zaten yönetmelikler gereği hasar almaması şart. Ancak iş yerleri için de gereken önemin verilmesi elzem. Bu nedenle yüksek ofis binaları ya da fabrikaların yapısal anlamda gereken kontrollerinin yapılması ve risk tespit edilmesi hâlinde güçlendirme gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Burada taşıyıcı olmayan elemanlar (makineler, paletler, raf sistemleri, tesisatlar vb.) açısından kritik durumlar söz konusudur. Zira yapısal olarak etkilenmeyen bina, bu tür elemanlar sebebi ile hem can hem mal kaybı yaratabilir. Bu nedenle sismik bağlantılar-sabitlemeler ile taşıyıcı olmayan elemanlar için üretilen özel izolatörlerle tedbirlerin alınması, bunların da mali sorumluluk kapsamına dahil edilmesi ve gereken yönetmeliklerin güçlendirilmesi çok önemlidir.
Şantiyede Betonarme Ezberimiz Olamaz
Ülkemizde son 50 yıldaki kent dokusunun oluşmasında betonarme yapılar uzak ara başı çekmektedir. Bu durum hem çimento üretim kapasitemizin dünyanın sayılılarından birisi olmasını sağladı hem de bu konuda uzmanlaşan mavi ve beyaz yaka iş gücünü arttırdı.
Geldiğimiz nokta ise yerinde imalat ağırlıklı ve iş gücü kalitesine doğrudan bağlı bu sistemin çok büyük riskler ve dezavantajlar barındırabileceğini ispat etti. Basit gibi görünen ancak çok teknik bir konu olan yapı üretiminde saha imalatı ve insan inisiyatifi ağırlıklı çözümler, her zaman sorun yaratacaktır. Çok özel ve yüksek teknik isteyen yapılar haricinde daha sade yapıların (orta ve az katlı konutlar ve ofisler, kamu binaları, oteller, hastaneler, fabrikalar vb.) olabildiğince fazla endüstriyel metotlarla inşa edilmesine başlamak zorundayız. Örneğin nitelikli prefabrike betonarme fabrika yapıları bu depremde başarılı performanslar gösterdi. Bu tip yapılarda daha fazla ön üretimli betonarme taşıyıcı sistemleri teşvik etmek durumundayız.
Ahşap Yapı Depreme Dayanıklı mı?
Mevcut literatürde ahşap, teorik olarak en sürdürülebilir yapı malzemesi olarak görülüyor. Pek çok yüksek yapı denemesi dahi yapılmaya başlandı. Ancak ülkemizde hâlâ yerel ahşap malzemelerin taşıma güçleri ve üretim kapasiteleri hakkında doğru ve nitelikli bilgi ile envantere sahip değiliz. Anadolu’da ve Trakya’da yetişen ağaçlarla uygun ahşap yapı üretimi üzerine çalışmalıyız. Gelecek sürdürülebilirlikte ise deprem performansı betonarmeden çok daha yüksek olan yerel ahşabı kullanma stratejisi bizim için önemli bir atlama noktasıdır.
Depreme Dayanıklı Çelik Yapı Tasarımına Odaklanalım
Yapısal çeliğin üretilmesi, tasarlanması ve uygulanması konusunda ise çok büyük tecrübelerimiz var. Her ne kadar ahşap gibi yenilenebilir bir yapı malzemesi olmasa da geri dönüştürülebilir özelliği betonarmeden daha iyi bir sürdürülebilirlik kriterini ortaya koymaktadır. Gerek haddelenmiş gerekse galvanizli ince cidarlı çelik ile endüstriyel yapı üretiminin yaygınlaştırılması özellikle hızlı ve tekniği yüksek yapı üretimi için çok büyük bir önem ve fırsat taşımaktadır. Modüler yapı metotlarının gerek regülasyonlarla hızlı şekilde düzene sokulması, gerekse bazı mali teşviklerle cazip hâle getirilmesi başarılırsa gerçekten bir yılda 650 bin konut üretilebilir, gerçekten yıkılmayan oteller ve hastaneler inşa edilebilir. Üstelik artçı sarsıntılar devam etse bile.
Bu beton sevicilikten bir an önce sıyrılıp yapı mühendisliğine odaklanmak ve çok daha dirençli kentleri hayata geçirmek en büyük hedefimiz olmalıdır.