İçindekiler
Henüz başında olduğumuz yeni bin yılın ilk yıllarını bir kavramla açıklamak gerekirse “kesintisiz küresel kriz dönemi” kavramını kullanabiliriz. Bu dönem, insanlığın karşılaştığı bir dizi zorluğu da beraberinde getirmiştir. İklim değişikliği, geçmişte geleceğimizi tehdit eden bir riskken, şimdi yaşam süremizin tamamında etkilerini yoğunlaştıran ve giderek artan bir krize dönüşmüştür.
İklim krizine ekonomik sorunlar da eşlik etmekte ve artık sürekli bir hâl almış olan ekonomik krizler, küresel çapta kırılganlıkları artırmaktadır. Ayrıca gezegenimizin çeşitli bölgelerindeki çatışmalar, iklim krizi ve ekonomik durgunluğun sonucu olarak küresel ölçekte göçmen krizleri yaşanmaktadır. Son olarak, Covid – 19’un yarattığı sağlık krizi, dirençli ekonomi ve şehirlerin önemini vurgulayarak küresel düzeyde ihtiyaçları ortaya çıkarmıştır.
İklim değişikliğine ilişkin bilimsel öngörülerin haklılığının ortaya çıkması, bizi kalkınma politikalarımız açısından yeni bir karar noktasına doğru götürmektedir. İklim krizine vereceğimiz yanıt bir yandan gelecek nesillerimizin yaşam şartlarını belirlerken bir yandan da kalkınma yolculuğumuzun sonuçlarını gösterecektir. Dolayısıyla yeşil kalkınma artık bizim için bir tercih değil zorunluluk hâline gelmiştir.
Sürdürülebilir Kalkınma Anlayışına Dönülmeli
Tüm kaynakların umarsızca kullanıldığı (vahşi) kalkınma dönemini geride bırakıp sürdürülebilir kalkınma anlayışına dönmemiz gerekmektedir. Diğer bir ifadeyle kalkınma patikamıza yönelik büyük bir kırılganlık, büyük bir şok bizi beklemektedir.
Yeşil kalkınma vizyonu çerçevesinden bakıldığında küresel değer zincirlerinde ve yerel ekonomik coğrafyada köklü değişiklikler meydana gelecektir. Bazı bölgeler ve şehirler küçülecek ya da tamamen yok olacak bazıları ise yeni üretim modellerine ve yeni kaynaklara yakınlığından dolayı yükselişe geçecektir. Bu zorluklar, küresel kalkınma gündemini de büyük ölçüde etkilemiş ve kalkınma önceliklerinde değişikliklere neden olmuştur. Nesiller arası adalet anlayışına dayanan; ekonomik, sosyal ve çevresel kaynakların dengeli bir şekilde kullanımını vurgulayan “sürdürülebilirlik” kavramı ile krizlere karşı güçlü şekilde hareket etmeyi ifade eden “dirençlilik” kavramı ön plana çıkmıştır. Bu değişimi tanımlamak için dirençli, yeşil, sürdürülebilir, akıllı, ya da başka bir kavramı sıfat olarak kullanabiliriz ancak her halükârda iklim değişikliği ile topyekûn mücadele etmemiz ve bu yeni küresel gündemi kalkınmakta olan ülkeler için yeni bir fırsat penceresi olarak değerlendirmemiz gerekmektedir. Bu dönüşüm, krizlerle reaktif bir şekilde mücadele etme döneminin sona erdiğini ve artık krizlere karşı proaktif bir yaklaşım benimsenmesi gerektiğini göstermektedir. Bu proaktif mücadele sayesinde, ülkeler, şehirler ve topluluklar krizleri fırsatlara dönüştürebilme potansiyeline sahiptir.
İklim Değişikliğine Karşı İş Birliği ile Mücadele Edilmeli
İklim değişikliği, diğer tüm krizlerin hem tetikleyicisi hem de hızlandırıcısı konumundadır ve ancak küresel düzeyde ortak bir anlayış ve yakın iş birliği ile ele alınabilir. Bu iş birliği, sadece hükûmetler, yerel yönetimler ve topluluklar arasında değil, aynı zamanda sektörler arasında etkileşim ve koordinasyonu da içermelidir.
İklim değişikliği ile mücadele, yalnızca belirlenmiş politikalar ve projelerle değil, tüm sektörlerin ortak çabasıyla başarılabilir. Bu mücadelenin anahtarı sonuç odaklılık olacaktır. Hedefimiz net bir şekilde belirlidir: Net sıfır emisyonlu bir geleceğe hazırlanmak. Bu hedefe ulaşmak için tüm taraflar kendi hedeflerini belirlemeli, anahtar performans göstergelerini tanımlamalı, sürekli olarak ilerlemeyi ölçmeli ve değerlendirmelidir.
Esasında yeşil kalkınma vizyonu bize neleri yapmamızı söylediği kadar nasıl yapmamız gerektiğini de söylemektedir. Bu hedef ayrı ayrı, birbirinden kopuk çalışmalar ile gerçekleştirilemeyeceği için tüm paydaşlarla bir bütünlük içerisinde çalışmayı ve çok sektörlü yaklaşımları zorunlu kılmaktadır. Dolayısıyla, eskiden olduğu gibi tek bir sektörden oluşan kalkınma çabalarından bahsetmek artık mümkün değildir. Artık tüm sektörlerin ve paydaşların birlikte ele alındığı ve ortaklaştığı entegre bir yaklaşım benimsenmelidir. Bu bütüncül yaklaşım, iklim değişikliği ile mücadelede başarı düzeyimizi doğrudan etkileyecektir. Bu yaklaşıma ayak uyduran ülkeler, kurumlar ve topluluklar, krizin olumsuz etkileriyle mücadele ederken yeni ve yenilikçi yaklaşımlar geliştirerek bu zorlukları fırsata çevirebileceklerdir.
En Büyük Fırsat: Yenilenebilir Enerji ve Enerji Verimliliği
Yenilenebilir enerji ve enerji verimliliği alanında gerçekleşecek olan dönüşüm, söz konusu fırsatların en önemlisi ve en büyüğü olacaktır. Son yıllarda artan enerji maliyetleri ve enerji güvenliğine yönelik oluşan ilave riskler, ülkeleri ve şehirleri yenilenebilir enerji kaynaklarına yönlendirmiştir.
Yenilenebilir enerji, özellikle kalkınmakta olan ülkeler için daha düşük maliyetli, sürdürülebilir bir ekonomi ve şehirleşme imkânı sunmaktadır. Yerel ölçekte enerjinötr hedeflerine sadece enerji alanındaki projelerle değil entegre bir yaklaşımla çok sektörlü ve çok aktörlü bir mekanizma yürüterek ulaşabileceklerdir. Buna göre; sürdürülebilir enerji, enerji verimliliği, iklim adaptasyonları ve karbon ayak izi envanteri çalışmalarının başta arazi kullanım ve ulaşım planları olmak üzere
- Yerel stratejik belgelerle tutarlı olacak şekilde,
- Ortak bir süreç ve metodoloji takip edilerek,
- Entegre bir yaklaşımla hazırlanması gerekmektedir.
Entegre yaklaşımla bir yandan daha az enerji tüketecek olan şehirler diğer yandan bu enerjiyi olabildiğince sürdürülebilir ve yenilenebilir enerji kaynaklarından temin etmeye çalışacaktır. Şehirlerin enerji maliyetleri düştükçe de yeni projelere ayrılabilecek kaynak miktarı da artacaktır.
Dijitalleşme ve Akıllı Şehirler, Küresel Krizlerle Mücadelede Önem Taşıyor
Gelişen teknolojiler, verimliliği artırarak kaynakların daha etkin kullanılmasını sağlamakta, kriz durumlarında daha hızlı ve etkili müdahale imkânı sunmaktadır. Akıllı şehir uygulamaları, altyapıyı iyileştirerek ve verileri akıllıca kullanarak çevresel sürdürülebilirliği artırabilmekte ve aynı zamanda kriz durumlarına karşı daha dirençli bir şehir yapısı oluşturabilmektedir. Örneğin, akıllı trafik yönetimi sistemleri, trafik sıkışıklığını azaltarak hava kirliliğini ve sera gazı emisyonlarını azaltabilir. Benzer şekilde, akıllı enerji yönetimi sistemleri, enerji tüketimini optimize ederek ve yenilenebilir enerji kaynaklarını entegre ederek enerji verimliliğini artırabilir ve şehirlerin enerji bağımsızlığını güçlendirebilir. Dolayısıyla, dijitalleşme ve akıllı şehir uygulamaları, sürdürülebilirlik ve kriz yönetimi açısından kritik bir öneme sahiptir ve küresel kalkınma çabalarında önemli bir bileşen olarak değerlendirilmelidir.
Afetlere Dirençli Şehirler Sürdürülebilir Kalkınmada Kritik Role Sahip
Küresel krizlerin giderek arttığı bir dönemde, afetlere dirençli şehirler yaklaşımı büyük önem kazanmaktadır. Bu yaklaşım, şehirlerin doğal afetlere karşı dayanıklılığını artırarak, krizlerle mücadelede etkin bir rol oynamasını amaçlar. Şehirler; iklim krizi, ekonomik durgunluklar, sağlık krizleri ve diğer krizlerle başa çıkarken, afetlere dirençli olma gerekliliği ön plana çıkmaktadır.
Doğal afetler şehirlerde ciddi anlamda ekonomik, sosyal ve çevresel kayıplara neden olmaktadır. Bu nedenle, afetlere dirençli şehirlerin oluşturulması, şehirlerin sürdürülebilir kalkınmasını ve toplumların refahını sağlamak için kritik öneme sahiptir. Afetlere dirençli şehirler;
- Altyapının güçlendirilmesi,
- Risklerin azaltılması,
- Erken uyarı sistemlerinin kurulması ve
- Kriz durumlarında etkili bir müdahale planının oluşturulması gibi önlemleri içermektedir.
Afetlere dirençli şehirler yaklaşımı aynı zamanda sürdürülebilirlik ve kriz yönetimi açısından kritik bir öneme sahiptir. Yeşil altyapı ve enerji verimliliği gibi sürdürülebilirlik önlemleri, şehirlerin çevresel sürdürülebilirliğini artırarak doğal afetlere karşı direncini artırabilir.
Yeşil Ekonomiye Geçişteki En Büyük Engel: Finansman Eksikliği
Kalkınmakta olan ülkelerin yeşil ekonomiye geçiş yapabilmeleri için karşılaştıkları en büyük engellerden biri finansman eksikliğidir. Yeşil altyapı ve teknolojiye geçişin gerektirdiği yüksek ilk yatırım maliyetleri, çoğu zaman ülkelerin bu dönüşümü gerçekleştirmelerini zorlaştırmaktadır. Bu nedenle, finansman eksikliğini gidermek için uluslararası finansman kaynaklarına başvurmak kaçınılmaz bir gerekliliktir.
Sürdürülebilirlik odaklı uluslararası finansman kaynakları, kalkınmakta olan ülkelerin yeşil ekonomiye geçiş sürecinde kritik bir rol oynamaktadır. Ancak, uluslararası finansmanın etkili bir şekilde kullanılması ve başarılı olması, ülkeler arasında önemli farklılıklar göstermektedir. Finansmanın etkili bir şekilde yönetilmesi ve dağıtılması, ulusal politikaların, mevzuatın ve kurumsal kapasitenin güçlendirilmesini gerektirir. Ayrıca, bu finansmanın sadece dış kaynak olarak değil, aynı zamanda yerel ekonomilerin ve toplulukların güçlendirilmesi için bir araç olarak kullanılması da önemlidir. Başarılı bir yeşil ekonomi dönüşümü için uluslararası finansmanın yanı sıra, teknoloji transferi ve bilgi paylaşımı da kritik öneme sahiptir. Gelişmiş ülkelerden kalkınmakta olan ülkelere yeşil teknolojilerin aktarılması ve yerel ihtiyaçlara uygun çözümlerin geliştirilmesi, yeşil ekonomiye geçiş sürecini hızlandırabilir. Bu nedenle, uluslararası finansmanın yanı sıra teknoloji transferi ve bilgi paylaşımının da desteklenmesi ve teşvik edilmesi gerekmektedir.