İçindekiler
Birçok kitap, dergi, makale ve tartışmalara konu olmuş bir tanımlamadan yola çıkmak istiyorum… Mimar, yapıların tasarımını yapıp bunların gerçekleşmesini sağlayan, yöneten kişidir. Peki mimar bir tasarımı nasıl yapar, nasıl hayata geçirir? Temelinde ne vardır, nasıl ortaya çıkar devasa ve insanı hayrete düşüren yapılar, binalar?
Bir diğer tanımı daha vardır mimarın…. Hayal kurabilen kişidir mimar!
Kendini “mimar oldum!” zanneden, hayal kurabildiğini düşünen entelektüel kesimin sıkça yaptığı bir tanımdır bu; sahip olunduğu zannedilen bilgilerin meslek seçimi yapmaya çalışan gençlere aktarıldığı o geniş sohbetlerde.
Bilmezseniz eğer farklı bir bilinçle yaratıcı hayaller kurulabileceğini, aynı hayallerin içinde boğulur kalırsınız. Ne yaratıcılık kalır elde ne de özgünlük… Alışılmışın dışına çıkamaz kendi çizdiğiniz çemberin etrafında döner durursunuz. Sadece mimarların değil tüm tasarımcıların kaderidir bu.
Ne Yapmalı, Nelerden Feyiz Almalı?
Belki de en başa, eğitimin ilk aşamalarına dönmeli…
“İnsanlara bir şeyin nasıl yapılaması gerektiğini söylemeyin. Yapılmasını istediğiniz şeyin ne olduğunu söyleyin ve yaratıcılıkları ile sizi nasıl hayran bırakacaklarını görün” diyor General George S. Patton.
Eğitim sistemimizde buna ne kadar izin verildiğini gelin birlikte yorumlayalım… Verilen bir resim ödevinde çocukların aynı konulu resmi, aynı yollarla yapmaları istenir. Kendilerince yeni şeyler denemelerine, keşfetmelerine ve öğrenmelerine böylelikle mâni olunur. Halbuki onlara deneme şansı vererek risk almalarına ve yeni şeyler keşfetmelerine ortam sağlanmalıdır.
Önemli olan resmin son şekli değildir. Önemli olan bu resmi bitirene kadar denedikleri yeni yollar ve kendi buluşları ile ortaya çıkarttıkları resimdir.
Yaratıcılık İçin Önemli Olan Serbestliktir
Yaratıcı ortam, katı kuralların ve otoritenin olmadığı bir öğrenme ortamıdır. Yani özgür, serbest bir çevre yaratıcı gücün gelişmesinde önemli bir etkendir. Yaratıcılık için önemli olan serbestliktir.
Erken yaşlardan başlayarak sanat eğitimi alan birey, yeteneklerini ve yaratıcılık gücünü geliştirip estetik bir düzeye ulaşabileceği gibi, iyiyi, doğruyu, güzeli seçme becerisi de kazanacaktır. Küçük yaştaki çocukların yaratıcılıklarını geliştirmeye en uygun alan sanatsal alanlardır.
“Sanat eğitimi çocuğun çevresini daha iyi algılayıp değerlendirmesine aracı olur. Yalnızca bakmayı değil görmeyi, duymayı, işitmeyi öğreterek yaratıcılık için ilk aşamayı sağlar.” (Ayla Ersoy, Sanat Eğitiminin Genel Eğitime Katkısı, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi, Eğitim Bilimleri 1. Ulusal Kongresi 24-28 Eylül 1990, Milli Eğitim Basımevi, Ankara, 1993, s.274)
Kısa ama öz bir kesitti bu eğitim sistemimizi özetleyen… İlk ve orta öğretimde bu temelleri atamamış, yeteneklerini ön plana çıkaramamış bir gencin mimarlık eğitiminden, mimarlığın da bu gençten bekledikleri nedir acaba?
Sizce 20’li yaşlara gelmiş bir genç için sanat eğitiminde geç kalınmış değil midir? 4 yıllık lisans eğitiminde temel sanat eğitimi verilmeye başlanırsa esas alınması gereken mesleki eğitim dersleri ihmale gelmez mi? Gelir elbet… O zaman ne olur; “Sanat bir yanda dursun mimarlık yapalım!” noktasına gelmez miyiz? Ne yazık ki üniversitelerimizde verilen mimarlık eğitimi bunun çok da ötesine geçememiştir. Belli temeller üzerine oturmayan bu lisans eğitimi mesleki olarak da bizleri çağın çok gerisinde bırakmakta, mezun olunduktan sonra uygulamaya yönelik beceri ve yetkinliğimizde eksikler olduğunu gözler önüne sermektedir.
Bugün dünyada mimarlık eğitimine dair standartlaşma ve akreditasyon çalışmaları yapılsa da henüz ne Türkiye’de ne de dünyanın bir başka yerinde ideal bir formülasyon bulunmuş değildir. Sebebi ise basittir: Mimarlık mesleğinin çok dallı ve girift yapısı, onun temel prensiplerinin homojen bir programla verilmesini imkânsız kılar.
Tüm bu girdilerden yola çıkarak bir sonuca ulaşmak istersek; amaç elbette hiçbir kurumu veya oluşumu Türk milli eğitim sisteminin üstünde görmeksizin; rasyonel bilimlerin yanı sıra temel sanat eğitiminin de hedeflendiği bir eğitim sistemine geçişin sağlanmasıdır.
Bugün hâlâ mesleki anlamda kendini geliştirmeye, çağın getirilerine ayak uydurarak üretmeye, üretirken en baştan öğrenmeye çalışan bir mimar olarak; 18 yaşında ve mesleki eğitimine yeni başlayan, sosyo-kültürel alt yapıya sahip, beceri ve yetilerinin bilincine 10’lu yaşlarda ulaşmış, sanatla ilgili az da olsa yorum yapabilme gücüne sahip bir meslektaşımın yerinde olabilmeyi çok isterdim.
Yine de ümitsizliğe kapılmaya gerek yok. Geç kalmış sayılmayız… Hala düşlerini gerçekleştirebilecek, bu amaçla çaba sarf eden, benim gibi düşünen meslektaşlarımın olduğunu biliyorum.
Bütün iş hayallerde, düşlerde…