İçindekiler
Küresel karbon salımlarının yaklaşık %38’i olarak hesaplanan kısmından binaların sorumlu oldukları kabul edilmektedir. Bunların içerisinde bina inşaat malzemelerinin üretimi kaynaklı emisyonlar da olmakla beraber en büyük pay, binaların işletilmeleri esnasında ihtiyaç duydukları enerji kaynaklı emisyonlara aittir.
Paris Anlaşması, iklim değişikliği etkilerinin sınırlı olabilmesi için kabul edilebilir küresel sıcaklık artışının 1.5°C olması hedefini belirlemiştir. Türkiye’de de 2021 Ekim ayında yürürlüğe girmiş olan bu anlaşma gereği sektörler yüzyılın ikinci yarısından itibaren “net sıfır karbon” hedeflerine ulaşmış olmak zorundadırlar. Bu, 2050’de net sıfır karbon hedefine ulaşılmasını ve 2050’ye giden yolda 2030’da da belirli karbon azaltım hedeflerinin yakalanmasını gerektirmektedir.
Karbon azaltım hedefinin “net sıfır” olarak ifade edilmesi her zaman antropojenik (insan kaynaklı) birtakım karbon salımları olacağı, bunlara karşılık gelen miktarda karbonun da karbon yutakları ya da yakalama teknolojileri ile atmosferden alınması gerekeceğini ifade etmektedir.
2050 hedefi, bilimsel dayanakları olan Hükûmetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC)’nin raporlarına dayanarak belirlenmiş bir hedeftir. Aynı bilimsel dayanak, karbonsuzlaştırma hızının ne olması gerektiğine de kaynaklık etmektedir. Sektörler, karbonsuzlaştırma stratejilerini bilimsel temelli hedeflere bağlamaktadırlar.
Sektör, İklim Değişikliğine Karşı Önlem Almada Hantal Kaldı!
Bina sektörü, karbonsuzlaşma stratejilerinin belirlenmesi açısından daha yavaş davranmak zorunda kalmış bir alandır. Bina sektörünün karbon ayak izi, küresel toplam emisyonlar içerisinde yüksek bir oran olmasına rağmen; üretim, işletme ve sahiplik açısından dağıtık yapısı, emisyon kaynaklarının çeşitliliği, binaların yenileme hızındaki yavaşlık gibi nedenler, sektörün iklim değişikliğine karşı önlem almak konusunda hantal kalmasına neden olmaktadır.
Oysa yeşil bina (sürdürülebilir bina) kavramı 20 seneden uzun süredir dünyanın gündemindedir. ÇEDBİK’in de üyesi olduğu Dünya Yeşil Bina Konseyi, 2050 senesi için “sıfır karbon” hedefi belirlemiş ve 2030’u da önemli bir eşik olarak işaret etmiştir. Bunun yanında “Architecture 2030” gibi gönüllü sektör ortaklıkları net sıfıra giden yolu uzun senelerdir keşfetmeye ve yaygınlaştırmaya çalışmaktadır.
Binaların Karbon Ayak İzinde Dört Temel Bileşen
Binaların karbon ayak izi konusunda;
– İnşaat malzemeleri (gömülü karbon),
– İşletme döneminde doğrudan baca gazı emisyonları (skop 1),
– İşletme döneminde satın alınan enerji kaynaklı indirekt emisyonlar (skop 2) ve
– Binaların içerisinde olduğu değer zincirinin emisyonları (skop 3) olmak üzere dört temel bileşenden bahsedebiliriz. Bina sektörü net sıfıra ulaşmak için “tüm bu emisyon kategorilerinde net sıfır rotasını” belirlemek zorundadır.
Binalarla ilgili skop 2 emisyonları, ağırlıklı olarak binaların kullandıkları elektrik ile ilgilidir. Türkiye için çok fazla geçerliliği olmasa da bölgesel ısıtma/soğutma sistemlerinden alınan enerji de bu kategorinin kapsamındadır. Elektrik şebekesinin dekarbonizasyonu, rotası belirlenmiş ve 2040 senesinde “net sıfır” hedefine ulaşması gereken bir alandır. Yenilenebilir enerji arzının hızla arttırılması ve enerji depolama imkânlarının geliştirilmesinin bu alanda kritik rolü olacağı görülmektedir.
Skop 1 emisyonlar ise binada enerji elde etmek amacı ile yakılan fosil yakıtlardan kaynaklanmaktadır. En güncel ve yaygın fosil yakıt doğal gazdır. Düşük maliyetli doğal gaz tedariği son 20 yılda Türkiye’de ve dünyanın geri kalan büyük bir bölümünde ekonomik büyümenin önemli itici güçlerinden biri olmuştur. Binalarda gaz yakmak yerine önerilen alternatif, elektrifikasyondur (yani ısıtmak, yemek pişirmek gibi diğer görevler için de elektrik kullanılması). Bunu yüksek verimlilikle yapacak, ısı pompaları, endüksiyonlu ocaklar gibi teknolojiler mevcuttur. Ancak bu teknolojilerde karbonsuzlaşmayı sağlayacak olanın “enerji sektörü” olduğunu hatırlamamız gereklidir. Alternatif enerji taşıyıcısı olarak kullanılabilecek “yeşil hidrojen” gibi teknolojilerin geleceği ise belirsiz olmaya devam etmektedir.
Bina Sektörünün Rotası Neleri Kapsamalıdır?
Uzun zamandır birinci önceliğin enerji verimliliği olduğunu biliyoruz. Enerji verimliliği hem mevcut binaların karbonsuzlaşmasına destek olma imkânına sahiptir, hem de sıfır enerjiye yakın yeni binalar inşa edilmesini sağlayabilir.
Şubat 2022’de yapılan değişiklik ile Binalarda Enerji Performansı Yönetmeliği, 2000 metrekarenin üzerindeki binaların “Neredeyse Sıfır Enerjili Bina (NSEB)” olarak tasarlanmasını zorunlu tutmuştur. Bunun anlamı en az “B” sınıfında enerji belgesine sahip olmaları gereği ve %10 yenilenebilir enerji kullanmalarıdır. Bu kuralın uygulamada nasıl bir karbon emisyonu azaltımı sağladığının ve ne şekilde geliştirileceğinin şeffaf bir şekilde izlenmesi ve tartışılması gerektiğine inanıyoruz.
Enerji verimliliğinin bir sınırı vardır ve binalar ne kadar verimli olurlarsa olsunlar karbon salımı kaynağı olmaya devam edeceklerdir. Elimizde iki araç daha var: Enerji tüketiminden kaçınmak ve yenilenebilir enerjiyi binalarımızda üretmek. İnşa edilen bir binanın en üretken şekilde kullanılmasının da bir kaynak verimliliği önlemi olduğunu vurgulayarak; doğal havalandırma, doğal aydınlatma, açık sirkülasyon alanları, toprağa gömülü mekanlar gibi pasif tasarım stratejilerinin enerji tüketiminden kaçınmaya imkân verecek araçlar olduğunu ifade etmek isteriz. Geleneksel bina yapım tekniklerinde sıklıkla kullanılmış bu araçları yeniden ve yaygın bir şekilde bina tasarımlarına geri almak zorunda olduğumuzu kabul etmemiz gerekecek.
Üçüncü araç olan yenilenebilir enerjiyi binalarda üretmek ise elektrik iletim ve dağıtım sistemi kayıplarından kaçınmak, kendi kendine yeterliliği arttırmak, talep zirvelerinin şebeke üzerindeki baskısını hafifletmek gibi nedenlerle bina sektörünün enerji sektörüne desteği olarak görülmeli ve bu nedenlerle desteklenerek karbonsuzlaştırma stratejisinin içerisine yerleştirilmelidir.
Karbon Ayak İzinin Başlıca Sorumluları: Çimento ve Demir-Çelik Sektörleri
IPCC senaryolarında 2020-2050 yılları arasında toplam bina kat alanının küresel olarak %75 artacağı öngörülmekte. Yeni ilave edilen bu yapı stokunun hem düşük enerjili olmasını sağlamak hem de inşa etmek için kullanılacak malzemelerin karbon ayak izlerinin de azaltılmış olmasını temin etmek gerekecek. “Gömülü enerji” ismini verdiğimiz, yapı malzemelerinin üretimi için tüketilen enerji kaynaklı karbon ayak izinin başlıca sorumluları çimento sektörü ve demir-çelik sektörleridir. Bu sektörler, kendi dekarbonizasyon yol haritalarını hazırlamaktalar. Bina sektörünün de konuyu çok yakından takip etmesi, desteklemesi ve kendi içerisinde katkıda bulunabileceği rota ve teknikleri geliştirmesi şarttır. En önemli salım azaltım yöntemlerinden bir tanesinin de mevcut binaların yenilenerek, güçlendirilerek yeniden kullanımlarının sağlanması olduğunu bu noktada hatırlatmalıyız.
Bir de skop 3 karbon salımlarından bahsetmiştik. Bunlar doğrudan binalarla ilgili olmayan ama binaların içerisinde yer aldıkları değer zincirinin salımlarından binaların paylarına düşen miktarlardır. Örneğin binalara ulaşım için harcanan fosil yakıt kaynaklı salımlar bu kategoridedir. Yeşil bina sertifikasyon sistemlerinin hemen hepsi bu emisyon kategorisinde azaltımı sağlamak için binaların sürdürülebilir dönüşümünü desteklemektedir.
Toplu taşımaya ulaşım imkânı sertifikasyon kriterleri ile uyumlu olan bir bina inşa ediyorsanız, yeşil bina sertifikasını almaya daha yakınsınızdır. Başka bir taraftan bakınca da karbon salımlarını nötralize etme potansiyeline sahip bakir arazileri tüketiyorsanız yeşil bina olarak kabul görmekten o kadar uzaklaşıyorsunuz demektir.
Karbonsuzlaşma açısından çok kritik olan bir on yılın içerisindeyiz. Bu dönemde atılacak adımlar 21. yüzyılın ikinci yarısında nasıl bir dünya ile karşı karşıya kalacağımızı belirleyecek. İnsan medeniyetinin bildiğimiz şekli ile devam etmesine imkân tanıyacak bir dünya mı, yoksa kaynakları giderek kıtlaşan, yaşaması giderek imkânsızlaşan bir dünya mı?
İnşaat sektörüne olan talebin yavaşlamayacağını kabul ederek hızlı ve kararlı bir dönüşüme hazır olmamız gereken bir dönemde hem iyi uygulamaları yaygınlaştırmak hem de bilimsel esaslara dayalı, somut hedefleri olan bir rota çizmek, bunu rotayı uygulamak ve uygulamayı doğrulamakla yükümlüyüz.
Bu makalenin başlığı, 7 Kasım tarihinde Çevre Dostu Binalar Konseyi Derneği (ÇEDBİK) olarak düzenlemekte olduğumuz ve konu ile ilgilenen tüm sektör paydaşlarını beklediğimiz “0’ı İnşa Etmek” başlıklı Yeşil Bina Zirvesi panelinden esinlenilmiştir. Makalede işlediğimiz konular da panelde tartışılacak meselelere giriş niteliğindedir.