İçindekiler
Deprem Güçlendirme Derneği (DEGÜDER) tarafından düzenlenen Kentsel Dönüşümde Güçlendirmenin Rolü Çalıştayı, 30 Mayıs Salı günü İstanbul Teknik Üniversitesi Süleyman Demirel Konferans Salonu’nda gerçekleştirildi. Türkiye’de kentsel dönüşüm ve mevcut yapıların deprem güvenliğinin sağlanması seferberliğine katkı sağlamak amacıyla düzenlenen etkinlikte alanında uzman pek çok isim kıymetli fikirlerini paylaştı.
Depreme hazırlık sürecinde riskli yapıların güçlendirilmesinin önemine odaklanılan çalıştayın öne çıkan başlıkları şöyle:
Sinan Türkkan: “Depreme Dayanıklı Olmayan Bir Yapı Stoku ile Karşı Karşıyayız”
Etkinliğin açılış konuşmasını gerçekleştiren DEGÜDER Başkanı Sinan Türkkan, deprem kuşağında bulunan ülkemizdeki konut ihtiyacına cevap vermek için yapılan binaların özensiz ve yapım tekniğine uygun olmayacak şekilde inşa edildiğini belirtti. Her ne kadar deprem yönetmelikleri yıllar içerisinde gelişmiş olsa da bugün depreme dayanıklı olmayan bir yapı stoku ile karşı karşıya olduğumuzu ifade eden Türkkan, bu yapılardan kurtulmanın en ekonomik ve pratik yolunun güçlendirme olduğunun altını çizerek konuşmasına şöyle devam etti:
Son yıllarda peş peşe gerçekleşen, özellikle 6 Şubat’ta 11 ilimizde ciddi yıkıma yol açan deprem felaketleri, dayanıklı yapıların önemini bir kez daha gözler önüne serdi. Bu doğrultuda mevcut yapı stokunu göz önüne alarak, ilgili belediyeler ve bakanlıklarla iş birliği yaparak güçlendirmenin önündeki engellere sadece teknik bakımdan değil hukuki ve finansal açıdan da çözüm aramayı hedefliyoruz.
Özellikle 1999 depreminden sonra pek çok kamu binası elden geçirildi. Riskli olanların yıkılıp yeniden yapılması ve güçlendirme faaliyetleri tamamlandı. Fakat vatandaşın yaşadığı binalara ne yazık ki çok müdahale edilmedi, açıkça söylemek gerekirse buralarda yeterince iyileştirme yapılmadı. Konuşulan İstanbul depremi de düşünüldüğünde bir an önce yapılarımızı güvenli hâle getirmemiz gerekiyor.
Bizim güçlendirme faaliyetlerinde en çok takıldığımız nokta 5’te 4 çoğunluk zorunluluğu. Zira binanızı yıkıp yapmak istediğinizde 3’te 2 çoğunluğun rızası istenirken güçlendirmede bu sayı 5’te 4’e yükseliyor. Üstelik karara uymayan 1 kişiye uygulanan yaptırımlar da yeterli düzeyde değil. Öte yandan güçlendirme kredisine ulaşmakta da zorluk yaşanıyor, vatandaşlar kredi alma sürecinde tıkanıklıklarla karşılaşıyor. Hızlıca güçlendirmeyi teşvik eden adımlar atmamız lazım, bu anlamda tüm aktörler uyum içerisinde çalışmalı.
Prof. Dr. Alper İlki: “Bekleme Lüksümüz Yok”
Sinan Türkkan’ın ardından söz alan İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) İnşaat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Alper İlki, konuşmasında deprem bölgesinde yaşanan yıkımın detaylarını ve deprem riski bulunan şehirler için yapılması gerekenleri aktardı. Prof. Dr. İlki, ilk olarak deprem yönetmeliği ile ilgili eleştiriler hakkında şu ifadeleri kullandı:
Deprem yönetmeliği mükemmel olmayabilir, bu yönetmeliğin düzenlenecek kısımları elbette vardır ancak yanlış olduğunu söyleyemeyiz. Üstelik deprem bölgesindeki yıkımlara da baktığımızda söz konusu yönetmeliğe uygun şekilde inşa edilmediği ortaya çıkıyor. Bunun yanı sıra bir fikir vermek gerekirse ilgili yönetmeliği sadeleştirerek daha anlaşılır kılmak, belki daha etkili olmasını sağlayabilir.
Öte yandan deprem bölgesindeki manzaraya baktığımız zaman yeni binalarda da hasar olduğunu görüyoruz. Ben bu konuda 2000 yılını milat olarak nitelendiriyordum ancak yaşadığımız deprem durumun pek de öyle olmadığını gösterdi. Evet 2000 sonrası inşa edilen binalarda ciddi iyileşmeler var fakat bu ne yazık ki yeterli ölçüde değil. Umuyorum Türkiye’nin diğer bölgelerinde inşa edilen binalar için 2000 yılı bir milat olmuştur ve aksini acı şekilde öğrenmeyiz.
Prof. Dr. İlki, konuşmasını şu ifadelerle sürdürdü:
Deprem bölgesindeki eski yapılardaki beton dayanımının, olması gerekenin yarısı olduğunu tespit ettik. Dolayısıyla yapılar böyle bir sarsıntıya dayanamadı. Ancak beton dayanımından daha önemli bir konu varsa o da süneklik. Zira o şiddette bir deprem yaşandığında sünekliği iyi olmayan bir binanın ayakta kalması çok zor.
20 yıldır söylediğimiz şeyi tekrar söylüyoruz, mevcut binalara bakarak öncelikle doğru olanları seçip güçlendirme yapmalıyız. Bekleme lüksümüz yok, bunu hızlı ve doğru biçimde yapmamız gerekiyor. Öncelikle en kırmızı, yani en riskli olan binaları tespit etmeliyiz. Deprem dayanımı olmayan kırmızı binalarda yaşam sürüyorken biz yeşil binalara odaklanırsak doğru ve etkili bir sonuç alamayız.
Av. Ali Güvenç Kiraz: “Güçlendirmeyi Kentsel Dönüşümle Başlatmadık”
Çalıştay konuşmacıları arasında yer alan Gayrimenkul Hukuku Derneği Başkanı Av. Ali Güvenç Kiraz, “Kentsel Dönüşümde Güçlendirme ve Hukuki Sorunlar” başlıklı konuşmasında güçlendirme konusundaki geçmiş çalışmalara değinerek şunları dile getirdi:
Bu işin en önemli kısımlarından bir tanesi hukuk. Çünkü güçlendirme mevzuatı bir yasal süreç taşıyor. Burada en fazla yanıldığımız konulardan bir tanesi, güçlendirme konusunda bir milat koymak. Milattan kastım şu; bazı yönetmeliklere atıflar yaparak ‘Güçlendirme şu tarihte başladı’ gibi yorumlar yapıyoruz. Oysaki güçlendirme konusundaki yasal düzenlememiz 1965 tarihli 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu’muzda var olan bir düzenleme. Yani biz güçlendirmeyi kentsel dönüşümle başlatmadık.
Bu çerçevede o günden bugüne özellikle Türkiye’de köyden kente göç, apartmanlaşma süreci, Türkiye’de yaşanan güçlendirme konusundaki neredeyse çok az örnek hem idari anlamda hem de belediyeler açısından bir körlük oluşturmuş. Genel anlamda belediyelerin bu konuda başarılı olduklarını düşünmüyorum. Çünkü belediyeler yasal anlamda mevzuatı olan bir konuda işlem yapma noktasında zorluk çıkarıyorlar.
Biz Kentsel Dönüşüm Yasası’nda nasıl bir süreç işletiyoruz? Kentsel Dönüşüm Yasası, 2012 Mayıs ayında çıkarılıp 2012 Aralık ayında ilk uygulama yönetmeliği hayatımıza ilk girdiğinde biz bir kavramla karşı karşıya kaldık: ‘Binalarımızı riskli yapı ilan edeceğiz, yıkacağız ve o binaları yeniden yapacağız. Yani güçlendirmeyeceğiz,’ dedik. 2012 düzenlemesinde yasanın hiçbir yerinde güçlendirmeye atıf yok. 2014 yılında yapılan düzenleme ve 2014 yılındaki ikinci yönetmelik değişikliği ile artık T.C. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, kendisine gelen talepler doğrultusunda şöyle bir düzenlemeye gitti: “Biz binaları sadece yıkmayalım, güçlendirelim. Bu konuda da güçlendirmeyi 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu’ndaki güçlendirmeden biraz farklılaştıralım.”
634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu, “Kat malikleri olağanüstü genel kurul toplantısı yapar, güçlendirme kararını alır, belediyeye güçlendirme projesini sunar, ruhsatını alır” şeklindeydi. Ancak, bizim elimizde riskli bir bina var 6306 sayılı yasaya göre. O nedenle yasa koyucu, bu kapsama giren yapılar için özel bir düzenleme getirdi 2014’te. Ne getirdi? Öncelikle Kat Mülkiyeti Kanunu’na atıf yaparak dedi ki, “Ben bu düzenlemeyi, yani 6306 sayılı yasa kapsamında yıkıp yapmadan ayırıyorum, farklı bir statüye sokuyorum. O da yine Kat Mülkiyeti Kanunu.” Oradaki Kat Mülkiyeti Kanunu’na soktuğu bölüm, kat malikleri olağanüstü genel kurulunun toplantısı. Yani kat malikleri toplanacaklar, 4/5 bağımsız bölüm sayısına göre karar alınacak.
Prof. Dr. Ali Hepşen: “Kalkınma Planlarında Güçlendirmeye Dair Bir Detay Yok”
Çalıştayın bir diğer konuşmacısı İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ali Hepşen ise kentsel dönüşüm ve güçlendirmenin finansal boyutuna dikkat çekti. Kalkınma planlarında güçlendirmenin atlandığını aktaran Prof. Dr. Hepşen, bu söylemini şöyle detaylandırdı:
Özellikle 9. 10. 11. kalkınma planlarında bir konuyu atlamışız ve bu hep eksik kalmış. Evet, kentsel dönüşüm kalkınma planlarının çoğunda önemli bir yer edinmiş ancak biz hep yıkıp yapmaya odaklanmışız. Nitekim kalkınma planlarında güçlendirme diye bir ifade geçmiyor. Bu açıdan bakıldığında güçlendirme, önemli ancak gerekli önem verilmeyen konuların arasında yer alıyor diyebiliriz. Esasen maliyet farkına baktığımız zaman da yıkıp yapmaya nazaran güçlendirme öne çıkıyor. Nihayetinde ekonomi bilimi kıt kaynakların en verimli şekilde kullanımını gerekli kılıyorsa, burada önemli bir detayı kaçırdığımızı kabul etmemiz gerekiyor.
6306 sayılı Kanun yürürlüğe girdiği günden bu yana çok fazla değişiklik yaşadı, fakat Kanunun finansman boyutu neredeyse aynı kaldı. Bizler en başında finansmanı bu yasanın içerisine çok sınırlı dahil ettik ve şahsi kanaatim bu pek doğru olmadı. Finansmanı yasaya tam anlamıyla aktaramadığımız için de atılan adımlar hep yavaş kaldı. Kentsel dönüşümde maliklerin, kamunun, özel sektörün, kısacası herkesin kazanacağı bir ortam istiyoruz. Bu mümkün olmadığı için de dönüşümü daha doğru ve sistematik şekilde yönetmemiz gerekiyor.
Sağlam ve kurallara uygun şekilde inşa edilmeyen binaların milli servet kaybına yol açtığının altını çizen Ali Hepşen, “Esenler/İstanbul’daki Havaalanı Mahallesi, Türkiye’de ilk riskli alan edilen bölgelerden biri. Buraya baktığınızda dönüştürülmesi hedeflenen binaların ortalama yaşı 24 yıl. Bu ömre baktığımızda milli servet kaybını da görebiliyoruz. 50 sene sağlam kalması gereken binaları 24 sene sonra yenileme ihtiyacı duyuyorsak buradaki probleme odaklanmalıyız.” ifadelerini kullandı.
Hepşen, Afet Yeniden İmar Fonu ile ilgili değerlendirmelerini de şu ifadelerle paylaştı:
Kahramanmaraş depreminin devamında Türkiye’de önemli bir boşluk kapandı. Her ne kadar şu an bir aktivitesi olmasa da Afet Yeniden İmar Fonu’nun kurulmuş olması çok kıymetli bir adım. Dünyadaki uygulamalara baktığımızda örneğin Avrupa Yatırım Bankasının, şehirlerin yeniden imarı noktasında sağladığı önemli bir fon mekanizması mevcut. Aslında biz de buna benzer bir yapıyı ülkemizde kurmuş olduk. Güçlendirme tarafında da bu fonun verimli çalışması gerektiğini ifade etmek isterim.
Prof. Dr. Erdem Canbay: “Yanlışları Düzeltmeye Ahlak ve Etik Anlayışından Başlamalıyız”
ODTÜ İnşaat Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. Erdem Canbay, depremlerin yeni yaşanmadığını ancak meydana gelen yıkımları sona erdirmek için ilk olarak ahlak anlayışının değiştirilmesi gerektiğini vurguladı. Canbay, konuşmasında şunları dile getirdi:
30 senedir anlatıyoruz bu işi ama bir arpa boyu yol gidemedik. O yüzden teknik olmayan bir bakış açısı sunmaya çalışacağım. Doğru tasarlayacağız, sonrasında da doğru imal edeceğiz. Aslında bu kadar basit. Yine deprem oldu, yine herkes televizyonlara çıkıyor, herkes sorular soruyor. “Deprem Yönetmeliği değişecek mi?” diye soruluyor. İlk hedef Deprem Yönetmeliği oluyor. Deprem Yönetmeliği hep vardı. 1937’den beri Türkiye’de Deprem Yönetmeliği var. Deprem yönetmeliklerini suçlamayı bırakmamız gerekiyor bana göre.
Türkiye’de ilk deprem şubat ayında mı oldu? Hayır. Her on senede, en kötü yirmi senede bir deprem oluyor zaten. Bayağı da ciddi depremler yaşanıyor. Biz Türkiye olarak bayağı zarar görüyoruz. Yeni bir şey değil. Beklenmedik bir olay mıydı? Hayır. O zaman problem ne? Neden baş edemiyoruz depremlerle? Kahramanmaraş’ta iki tane çok büyük deprem oldu, ama biz bunları sürekli yanlış olarak dile getirecek olursak, suçluları aklamaya başlarız. Onun için söylemlerimizde dikkatli olmalıyız.
Toptan bina göçmesini kabul edemeyiz. Deprem şartnamesinin böyle bir amacı yok. Bakıyoruz bazı eski binalar sapasağlam, 2000 yılından sonra yapılmış bazı yapılar ise toptan göçtü. O zaman artık oturup “Biz nerede yanlış yapıyoruz?” diye düşünmemiz gerekiyor. Burada ilk üzerinde durulması gereken nokta, ahlak ve etik anlayışı. Üniversitede biz sadece mukavemet mi öğreteceğiz, betonarme mi öğreteceğiz? Hayır. Ahlaklı ve doğru inşaat yapmayı da öğretmeliyiz. Ahlak ve etiği her yaşta her yerde öğrenmek ve bunu sağlamak zorundayız. Yoksa istediğimiz kadar yasaları düzeltelim, baş etmemiz mümkün değil. Buradan başlaması gerekiyor düzelmenin.
Suat Yıldırım: “Temel Problem Yönetmeliklerde Değil”
Ülkemizde depreme dayanıklı yapı üretiminin önündeki temel problemin yönetmeliklerde olmadığını aktaran DEGÜDER Başkan Yardımcısı Suat Yıldırım, bu noktada en önemli görevin/sorumluluğun; projeyi uygulayacak olan tasarımcıya, uygulamacıya, denetmene ve işverene düştüğünün altını çizdi.
Güçlendirmenin en temelde performans analiziyle başladığını anımsatan Yıldırım, ülkemizde bunun aksine bir durum yaşandığını şu sözlerle ifade etti:
Ülkemizde performans analizi yapmak yerine genelde 6306 sayılı Kanun’a göre riskli yapı analizi gerçekleştiriliyor ve bu da sisteme işlenmeyerek toplam maliyet düşürülmeye çalışılıyor. Oysa 6306 sayılı Kanun’a göre yapılan inceleme sınırlı sayıda test içeren bir analiz şekli. Hedefi de farklı.
Suat Yıldırım’ın konuşmasının devamında öne çıkan diğer ifadeler ise şöyle sıralandı:
Diğer taraftan betonarme yapının inşası çok zor ve biz bunu yapmaya çalışıyoruz. En büyük hatamız ise inşa ettiğimiz bina standartlara uygun olmasa dahi ‘olmuş gibi’ hareket etmemiz. Tasarımcısından denetmenine, uygulamacısından işverenine kadar genel durum ne yazık ki böyle.
Yabancılarla çalıştığımız ortak projelerde onlardan en sık duyduğumuz cümle, ‘Sizde ne çok betonarme yapı var, sizler ne kadar zenginsiniz.’ oluyor. Bu arkadaşlarımızın belirttiği gibi betonarme yapılardaki detaylarla uğraşmak ve sahada tüm detayları olması gerektiği gibi uygulamak hakikaten de zor ve pahalı. Ancak bunu bizler ucuz hâle getiriyoruz. Acı sonuçlarla karşılaşmamak, sadece inşaat değil her alanda ufuk açıcı projelere imza atabilmek adına bir alan seçip orada akademik ve sektörel anlamda kendimizi geliştirmemiz gerekiyor. Nitekim ‘her işi yaparım’ mantığıyla hareket ettiğimizde dağıldığımız için sığ kalıyoruz ve bu da ciddi sonuçlara yol açabiliyor.