İçindekiler
Pahalı yapı malzemeleri kullanılarak yapılmış, barındırdığı ailenin gereksinimine kıyasla çok büyük ve alışılagelmiş kolaylıklardan fazlasına sahip olan konutları “lüks konut” olarak tanımlamak mümkündür. Bir kentte yaşayan halkın kişi başına düşen gelirinin giderek artması lüks konut talebini arttırmaktadır. İnsanlar maddi durumları yükseldikçe çok daha kaliteli, donanımlı, doğa ile bütünleşik, sosyal ve sportif imkânları fazla olan konutlara sahip olmak istemektedirler. İşte bu tip konutlar, lüks konut sınıfında yer almaktadır.
Lüks Konut İzafi Bir Kavramdır
Lüks konut kavramı, kişiden kişiye, durumdan duruma, zamandan zamana değişebilen izafi bir kavramdır. Örneğin 20. yüzyılın başlarında, Boğaziçi’nde, Kadıköy ve Anadolu yakasındaki kent dışı yerleşmelerde, Adalar’da, Beyoğlu ve Nişantaşı’nda inşa edilen gösterişli konutlar, zamanlarının en lüks konutları ve geleneksel tipolojiyi bütünüyle reddetmiş yapılar olmalarına rağmen, bugünkü lüks konutlarla karşılaştırıldığında lüks konut kavramı içine girmemektedir.
Oysa üst sınıflar ve levantenlerin yaptırdığı bu konutlar, Avrupa başkentlerindeki yeni mimari eğilimleri taklit eden bir yapıya sahiptir ve bu konutlarda zamanında tamamıyla Batılı bir yaşam sürülmüştür. Bu konutlardaki olanaklar, zamanlarının en çeşitli olanaklarını teşkil etmekteydi. Nitekim Hıristiyanlarla Yahudilerin oturdukları Taksim, Tarlabaşı gibi daha eski mahallelerde, eski kentte de Samatya ve Kumkapı, Balat, Cibali, Hasköy ve Fener’de de artık geleneksel mimari tarzlar terk edilmiştir. Gayrimüslimlerin oturduğu mahallelerde kâgir yapı ve yeni üsluplar yavaş yavaş gelenekselin yerini almıştır. O dönemin modern mimari yaklaşımlarında en fazla direnci taş yapılar göstermiştir. Yine ahşap da özel evlerde en sevilen malzemeyi oluşturmuştur.
İstanbul’un Konut Tipolojisi
Tipoloji açısından 19. yüzyıl İstanbul’u; ahşap konutlar, kâgir konutlar ve apartman olmak üzere üç temel konut biçimi sunar. Bu dönemde yapılan konutlar genelde iki ya da üç katlıdır. Geleneksel konut tipolojisi içinde bulunan hayatlı evler, evrim geçirerek merkezi hollü konutlar halini almıştır. Ahşap konutların yerini ise yavaş yavaş yangına karşı önlem olarak kâgir konutlar almaya başlamıştır. Dönemin en güzel kâgir konutlarına Haliç’teki Rum ve Yahudi, Kumkapı’daki Ermeni mahalleleri örnek verilebilir. Yine o dönemin kâgir yapı örneklerini ise Ortaköy ve Arnavutköy gibi Boğaz’ın Avrupa yakasındaki köy konutları oluşturmaktadır.
İstanbul’da çok katlı apartmanlar ilk kez, nüfusun en yoğun olduğu Galata-Pera bölgesinde yapılmıştır. Yabancıların yaptığı bu konutlar, Türkler tarafından o zamanlar pek benimsenememiştir.
Tarih boyunca konut tipolojilerini değiştiren bir başka etmen de mimari üsluplar olmuştur. Örneğin 18. yüzyılın barok ve rokoko üslupları, İstanbul’un konut tipolojisini de etkisi altına almıştır. Yine de 19. yüzyıl Avrupa metropolislerinin mimari boyutları Türkiye’ye ancak 20. yüzyılın sonlarında girmiştir.
İstanbul’da 20. yüzyıl başı mimarisine genelde barok ve art nouveau egemen olmuştur. Barok üslup cephe tasarımlarında silmeler, kornişler, balkonlar ve bütün bezemesel ayrıntılarla güncel mimarlık uygulamaları içinde özümsenmiştir.
Bu dönemin en önemli gelişmesi ise, Osmanlı’da Birinci Ulusal Mimari denilen ve Osmanlı klasik mimarisinden esinlenen ilk mimarların ortaya çıkması oluşturmuştur. Bu üslubun en önemli iki temsilcisi Kemalettin ve Vedat Beyler’dir. Birinci Ulusalcılar, kamu binaları da dahil olmak üzere Cumhuriyete kadar pek çok yapının yapımını gerçekleştirmişlerdir.
Osmanlı İmparatorluğu’nda lüks konutlarda oturanları; levantenler, azınlıklar ve kalburüstü zengin aileler oluştururken, genellikle fakir olan Türk halkı ise sade konutlarda yaşamaktaydı. 1950 öncesi İstanbul’da, modern Türk mimari tarihi içinde önemli sayılabilecek çok az sayıda modern konut vardır.
Türkiye’de Modern Mimarlık Dönemi
Türkiye’de İkinci Ulusal Mimarlık akımının ortaya çıktığı zaman dilimini, II. Dünya Savaşı dönemi oluşturmuştur. Bu dönemde Türk mimarları yoğun olarak Hitler’in kültür politikalarının etkisi altında kalmışlardır.
Türkiye’de modern mimarlığın ikinci evresi ise Amerikan mimarlığının etkisi altında ortaya çıkmıştır. Bu dönemde basit bir modern mimarlık dili etkili olmuş, temelde cephesinde sürekli pencerelerin bulunduğu dikdörtgen betonarme bloklardan oluşan yapılar, modernizmin simgeleri olarak İstanbul’u işgal etmiştir.
İstanbul için Dördüncü dönemi, endüstrileşme dönemi oluşturmuştur. Bu dönemde, İstanbul hızla apartmanlaşmış ve estetik niteliği olmayan konutlar adeta birbirinin üstünde yükselivermiştir. Bu dönem aynı zamanda İstanbul’da çok katlı konutların hızla arttığı dönemi oluşturur. Artık İstanbul’daki konutlarda kat sayısı itibariyle bir yarış başlamıştır.
İstanbul’daki çok katlı yapı teşebbüsleri, genellikle bu yapıların arsalarının küçük olmalarından ötürü, içinde oturan sakinlerine mutluluk vermemiştir. Arsa alanının küçük olmasından dolayı dar cephelere sahip olan bu yapılarda insanlar bir anlamda rahat soluk alamamıştır. Üstelik bu durum, cephe mimarisi açısından sevimsiz bir görüntü de oluşturmuştur. İnsanlar adeta sıkışık nizam iskân edilmiştir.
“Lüks Konut Kavramı ve Türkiye’deki Gelişimi” yazı dizimizin ikinci bölümünü okumak için tıklayın.