İçindekiler
Düzce’de yaşanan deprem sonrasında akıllara İstanbul’da yaşanması muhtemel büyük deprem gerçeği geldi. Aslında son yıllarda kendini Silivri ve İzmir depremleriyle hatırlatan bu durumu tam unutmuştuk ki Düzce depremi ile yine televizyonlarda deprem uzmanları boy göstermeye başladı.
Yaklaşık bir ay sürecek depreme karşı “önlem alalım” adlı çalışmalardan sonra bu gerçek, maalesef bir sonraki depreme kadar unutulmaya mahkûm olacaktır. Peki ya bir sonraki deprem büyük İstanbul depremi ise?
1 milyon 164 bin adet binanın olduğu İstanbul’da; yapım yılı, yapı denetim yasası ve deprem yönetmeliğinin yayımlandığı 2000 yılı ve öncesine ait bina sayısı yaklaşık 817 bin… Muhtemel büyük bir depremde verilere göre 13 bin 492 binanın çok ağır, 39 bin 325 binanın ağır, 136 bin 746 binanın orta, 300 bin 963 binanın ise hafif hasar alması bekleniyor.
Elle Tutulur Bir Çözüm Yok
2012 yılında çıkarılan 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun ile Türkiye genelinde 261 bin, İstanbul’da ise yaklaşık 100 bin bina parsel bazlı kentsel dönüşüme girdi. Alan bazlı hesaplandığında bu rakam İstanbul’un yapılaşmış alanının sadece yüzde 10’una karşılık geliyor. Bu bağlamda depreme karşı binalarımızın dayanıklı hâle getirilmesi konusunda hâlen elle tutulur bir yöntemimiz yok. 2012 yılında çıkan 6306 sayılı kanun ise uygulama olarak artık birçok aksaklığa yanıt veremez durumda.
Belediyelerdeki ruhsat süreçlerinin uzaması ve beraberindeki aksaklıklar, süreçleri daha da can sıkıcı hâle getirmektedir. Özellikle binasını yenilemeye ekonomik olarak gücü yetmeyen kişilerin sesi ya da imar hakları bakımından problemli olan parsellere dair bina güçlendirme çabaları da çoğu zaman cevapsız kalmaktadır.
Deprem Bölgeleri Kaderine Terk Edildi
İçinde bulunduğumuz ekonomi ortamında gayrimenkul piyasasındaki fiyat artışlarıyla beraber arzlar tekrar yükselmiş olsa da kat malikleri hâlen müteahhitlerin kararlarına uymaktadırlar. Müteahhit firmalar da doğal olarak sadece kârlılığın yüksek olduğu bölgelerde dönüşüm yapma çabasındadırlar. Bu da asıl sorunlu olan, deprem anında belki tüm mahallenin yıkılabileceği yerlerin adeta kaderine terk edilmesi anlamına gelmektedir. 2012 yılında deprem odaklı bir kentsel dönüşüm çabası olarak yola iyi niyetlerle çıkılmış olsa da maalesef geldiğimiz noktada hedefe ulaşılamamıştır. Özellikle Fikirtepe gibi ada bazlı kentsel dönüşüm projelerinde yaşanan olumsuzluklar bu noktada örnek teşkil etmektedir.
İki Ayaklı Problem: Müteahhitler ve Arsa Sahipleri
Burada sorun iki ayaklı… Birincisi; niteliği, gücü, kalitesi yeterli olmayan müteahhitlerin işlere talip olmaları, ikincisi ise hakkından fazla yer sahibi olmak isteyen, tamamen çıkar odaklı düşünen arsa sahipleri.
Bu iki sorun aynı projede birleştiğinde doğal olarak mağduriyetler doğmakta ve “kentsel dönüşüm” kavramı bu gibi olumsuz durumların fazlalaşmasıyla kötü bir şöhretle anılmaktadır. Son dönemde İBB’nin bu anlamda birtakım girişimleri olsa da kamu eliyle dönüşüm modeli bu şekilde olmamalıdır.
Olası bir İstanbul depreminin maliyetinin 200 milyar dolar civarında olduğu hesaplanmaktadır. Bu paranın 4’te 1’ine tüm İstanbul yenilenebilir. Burada önemli olan ve yapılması gereken, bu parayı doğru bir şekilde halkın tamamına yayarak dağıtabilmektir.
Son olarak, deprem gerçeğini hayatımızın merkezinden çıkarmadan ve süreci unutmadan, gerek yapısal güçlendirme gerekse yenileme yöntemleriyle depreme dayanıklı binalara bir an önce kavuşmamız son derece acil ve elzemdir. Gelin bu sürecin adını artık “kentsel” değil “depremsel dönüşüm” koyalım ve asıl olması gereken hedeften şaşmayalım…