İçindekiler
Depremlerle ilgili haberlerin medya ve kamuoyunda değerlendirilmesi sürecinde tespit edilmiş, konuya dair kronikleşen sorular üzerindeki görüşlerimdir.
Depremlerin Önceden Bilinmesi Mümkün mü?
Bir deprem oluşumunun önceden bilinmesi (prediksiyonu) bu depremle ilgili (merkez koordinatları, büyüklüğü ve oluş zamanı vb. gibi) fiziksel bulguların önceden belirlenmesi anlamına gelmektedir.
Çin Devlet Sismoloji Bürosu tarafından yapılan prediksiyon çalışmaları neticesinde 7.3 büyüklüğündeki 1975 Haicheng Depremi önceden bilinmiş ve depremden 1 gün önce 1 milyon insan evlerinden tahliye edilerek can kaybı önlenmiştir. Ancak benzer prediksiyon çalışmaları 7.8 büyüklüğündeki 1976 Tangshan Depremi’nde başarılı olamamış ve 250.000 civarında can kaybı olmuştur.
Depremlerin önceden bilinmesine (prediksiyon) yönelik olarak; sismisite dağılımları, elektromanyetik ve jeoelektrik aktivite, yerdeki su tabanı seviyesi, radon ve hidrojen gazı değişim ve anomalileri gibi birçok konularda çalışmalar sürdürülmekle beraber bugün için depremlerin önceden bilinmesi mümkün değildir.
Doğal olarak, günümüzde bol miktarda yapılan prediksiyonlardan rastlantı olarak bir tanesinin tutması ihtimali bu durumu değiştirmeyecektir. Bilim dünyasında kabul edilen görüşe göre büyük deprem oluşumları çok kaotik bir olay olduğu için depremlerin önceden bilinmesine imkân yoktur. Diğer bir deyişle doğada her bir küçük depremin büyük bir deprem hâline gelmesi mümkündür. Ancak bu süreç kaotik olduğu için hangi şartlar altında olacağı bilinmemekte ve dolaysıyla prediksiyon olanağı bulunmamaktadır.
Diğer taraftan deprem oluşumları tahmini (yani belirli bir bölgede, belirli bir ihtimal dahilinde olma olasılığı), bugün için kullanılan bir bilimsel yaklaşımdır. Sismisite analizleri, küresel konum belirlemelerindeki değişimler, paleosismoloji ve gerilme analizleri kullanılarak önümüzdeki şu kadar yıl içinde, şu alanda, şu olasılıkta, şu mertebede bir deprem olacak denilebilir. Nitekim benzer çalışmalar sonucunda “önümüzdeki 30 yıl içinde Marmara Denizinde 7 veya daha büyük manyitüdlü bir depremin olma ihtimali %40 civarındadır” bilimsel tahmini elde edilmiştir. Doğal olarak bu tahminin herhangi bir zaman periyodu için (örneğin yıllık %3 gibi) yapılması da mümkündür.
Olan Bir Deprem Yeni Bir Depremi Tetikler mi?
Depremlerden sonra sorulan en yaygın sorulardan biri, bir depremin Türkiye’de yeni bir depremi tetikleme durumudur. Herhangi bir fayda meydana gelebilecek bir karakteristik depremin oluşum olasılığının belirlenmesi için fay üzerindeki yıllık hareketlerin ve son karakteristik depremden beri geçen zamanın bilinmesi gerekir.
Aynı fay sistemi (veya mekanik bağlantısı olan diğer bir fay sistemi) üzerinde oluşan büyük depremlerin fay hattı üzerindeki gerilme dağılımlarını etkilediği ve bu etkileşim nedeniyle deprem oluşum olasılıklarının değiştiği bilinmektedir (Stein, 2003). Nitekim 1999 Kocaeli Depremi sonrasında yapılan yoğun çalışmalar gerilme etkileşimi nedeni ile Ana Marmara Fayı’nda önümüzdeki 30 yılda karakteristik (veya daha büyük) bir deprem oluşma olasılığının %20 kadar arttığını göstermektedir. Ancak bu etkileşimin belirlenmesi için tüm tektonik bölge için jeolojik ve jeofizik bilgilerin derlenmesi, modellenmesi ve kapsamlı bir gerilme analizi yapılması gerekmektedir. Analiz neticesinde bulunacak gerilme değişikliklerinin fiziksel olarak gerçekleşmesi için arz kabuğundaki kayaçlarda yavaş viskoz davranış nedeni ile yıllarca beklenebilir. Önemli düzeyde gerilme değişiklikleri elde edildiği durumlarda fay hattının bu konumu için deprem oluşma olasılıklarının bir miktar artması veya azalması mümkündür, ancak depremin oluşum zamanı ile ilgili kesin bir şey söylenemez.
Uzak depremlerin yaratabileceği statik gerilme değişiklikleri ise arz kabuğunda ay tarafından yaratılan gelgit hareketlerinin doğurduğu gerilme değişikliklerinin bile altında kalabilir. Bu durum bir deprem sonrası, deprem kaynak bölgesinden uzakta gözlenen sismisite rejimindeki değişikliklerin açıklanması için farklı tetikleme mekanizması teorilerinin ortaya atılması ihtiyacını doğurmuştur. Dinamik gerilmelerin azalımı statik gerilmelere nazaran çok daha uzun mesafelerde gerçekleşmektedir. Deprem kaynak bölgesinden uzakta meydana gelen deprem oluşumlarının dinamik gerilme değişiklikleriyle açıklanabileceği fikri bu gözlem üzerine geliştirilmeye başlanmış, ABD’de Landers (Mw=7.3) ve Hector Mine (Mw=7.4) depremleri sonrasında gözlenen sismisite artışlarının ve artçı şok aktivitesinin özellikle direktivite bölgeleriyle örtüşmesi bu teoriyi destekleyen bir unsur olarak değerlendirilmiştir. Ne var ki son dönemde yapılan bazı nümerik modelleme çalışmalarından, artçı şok ya da uzak bölgelerdeki depremsellik artışlarının dinamik etkiye bağlı olmadan da meydana gelebileceği anlaşılmaktadır.
Tüm bu bilgilerin ışığı altında, ciddi ve sonuçları ispatlanmış bir analize dayanmadan ileri sürülen tetikleme durumu iddialarının hiçbir anlamı olmadığını söyleyebiliriz.
Gelişmiş Ülke Kentlerinde Deprem Hasarı Olmaz Sendromu
Kamuoyu tarafından gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki depremler, yarattıkları hasar açısından karşılaştırılmakta ve çoğu zaman gelişmiş ülkelerde depremlerin hasarsız olarak atlatıldığı kanısına varılmaktadır. Gelişmiş ülkelerde meydana gelen depremlerin ülkemize ve benzer gelişmişlik seviyesi gösteren diğer ülkelere kıyasla çok daha az can kayıplarına yol açtığı doğrudur. Bu durumun esas sebebi binaların deprem performansları arasındaki farktan kaynaklanmaktadır. Ancak ülkemizin ve İran’ın yer aldığı Alp – Himalaya deprem kuşağındaki ana fay hatlarının çoğu zaman yerleşim birimlerinin çok yakınından geçmesi de deprem zararlarının büyümesine yol açan ikinci bir faktör olmaktadır.
Özellikle Japonya’da birçok deprem, kentlerden 100 km kadar uzakta Pasifik Okyanusu’nda meydana gelmekte ve doğal olarak yerleşim bölgelerinde önemli bir etki yaratmamaktadır. Bu durum medyada “gelişmiş ülkelerde meydana gelen depremlerde hiçbir şey olmuyor” şeklinde yansıtılmaktadır. Gelişmiş bir ülkede yakın deprem etkisine örnek olarak 1995 yılında Japonya – Kobe kenti yakınında oluşan Hyogo-ken-Nanbu Depremi’nde 6.430 can kaybı ve 100 milyar dolar mali kayıp meydana geldiği hatırlanabilir.
İstanbul ile benzer deprem tehlikesine sahip Tokyo ve San Francisco kentlerinin yakınında büyük bir deprem oluşması durumunda meydana gelebilecek kayıplar (deprem hasar senaryoları) çarpıcı rakamları ortaya çıkarmaktadır. USGS (ABD Jeoloji Teşkilatı) ve RMS (Risk Management Solutions, Inc.) tarafından yapılan deprem senaryosu hesaplamaları ABD – San Francisco kentinde 1906 (Mw=7.7) depreminin tekrarı hâlinde yaklaşık 8.000 hayatın kaybedileceğini ve 150 milyar dolar civarında mali kayıp oluşabileceğini göstermektedir. 1923 Kanto Depremi’nin (Mw=8.3) benzerinin yeniden meydana gelmesi ile Tokyo’da oluşacak kayıplar RMS ve OYO Inc. tarafından incelenmiştir. Bu senaryo depremi neticesinde Tokyo ve Yokohama’da yaklaşık 30.000 – 60.000 can kaybı ve 1 trilyon dolar mali kayıp olabileceği tahmin edilmektedir. Tokyo’daki oldukça yüksek bu can kaybının sebebi daha çok eski konutlar ve deprem sonrası yangın olasılığıdır.
Boğaziçi Üniversitesi ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılan deprem senaryosu belirlemeleri İstanbul’da 1766 benzeri bir depremin (Mw=7.5) meydana gelmesi durumunda 50.000 civarında can kaybı ve 100 milyar dolar civarında mali kayıpların oluşacağını tahmin etmektedir. İstanbul’daki can kayıplarının ana nedeni yeterli deprem dayanımı olmayan binalardır. Her ne kadar her üç kentte meydana gelecek kayıplar birbirinden farklı ise de bu kayıpların Japonya, Califonia ve Türkiye gayri safi milli gelirlerine oranı yaklaşık %10 – %20 civarındadır.
Deprem Hasarlarına Karşı Uygun Zemine Doğru Yapılaşma Nasıl Olmalı?
Yapı konumu civarındaki jeolojik, jeomorfolojik ve geoteknik ortam ve yapı konumundaki geoteknik özellikler, yapı yer seçimi, tasarım bazlı deprem yer hareketinin belirlenmesi ve yapı temelinin doğru bir şekilde tasarımında önemlidir. Yerel yönetimlerce yapılacak kentsel yerleşim planlamalarında heyelan ve sıvılaşma potansiyeli olan bölgelerin belirlenmesi (mikrobölgeleme) ve ilgili yapılaşma kısıtlamalarının uygulanması gerekir.
Deprem dalgaları yer yüzüne ulaşırken yerel zemin özellikleri nedeniyle değişikliğe uğrar. Düşük genlikli deprem yer hareketleri altında, kalın ve yumuşak yatay zemin tabakalarının üzerinde yer alan yüksek binalarda zemin ve bina hakim periyotlarının çakışması ile rezonans benzeri olayların meydana gelmesi ve bina titreşim genliklerin artması mümkündür. Ancak deprem yer hareketleri genliğinin artması ve binada hasar oluşması ile gerek zemin ve gerekse bina hakim periyotları değişir ve bu çakışma durumu ortadan kalkabilir.
Zemin ortamları, zemin sınıfına ve deprem yer hareketi genliğine bağlı olarak deprem yer hareketinin frekans (veya periyot) dağılımında değişikliğe (filtrasyon) yol açar. Bu değişiklik bazı periyot aralıklarında büyütmeye yol açabilir. Ancak deprem yer hareketinin toplam enerjisi değişmez (hatta azalır). Bu açıdan “zemin büyütmesi” esasen doğru bir tanımlama olmamaktadır.
Deprem yönetmeliklerine göre tasarım kapsamında “mühendislik kayası” olarak tanımlanmış zemin ortamı için deprem yönetmelikleri tarafından sağlanan deprem yer hareketi parametreleri, zemin profilinin üst 30 metrelik kesimde yer alan ortamın geoteknik yapısına göre belirlenmiş zemin sınıfına ve deprem yer hareketi seviyesine bağlı olarak tanımlanmış yerel zemin etki katsayılarla modifiye edilir ve tasarım bazlı deprem yer hareketi parametreleri belirlenir.
İstanbul’da Deprem Riski ve Azaltılması ile ilgili detaylı bilgi için tıklayın.