İçindekiler
Birey; bir ve rey kelimelerinin birleşiminden türetilmiştir, siz ve diğerlerinin eşit hakları olduğu anlamına da gelmektedir. Dünya nüfusunun sekiz milyarı aştığı ve yaklaşık yüzde 50’sinin kadın olduğu düşünülürse; kadınların dünyadaki arazilerin sadece yüzde 1’ine sahip olması demek, kadının dünya üzerindeki varlığını ve haklarını kanıtlamada ne denli zor durumlar yaşadığının açık göstergesidir.
Mülkiyet Hakkının Tarihçesi
Amerikan İhtilali’nden başlayarak insan haklarına ilişkin ortaya çıkan bütün belgelerde mülkiyet kavramına temel bir hak olarak yer verilmiş ve bireylerin hukuki statüsünün, hatta özgür olup olmadıklarının belirlenmesinde, mülkiyet hakkı büyük öneme sahip olmuştur.
1776 yılında yayınlanan Virginia Haklar Bildirgesi, Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile Fransız İhtilali’nin simgesi olan 1789 tarihli Fransız İnsan ve Vatandaşlık Bildirgesi’nde insanların isteseler de feragat edemeyecekleri hakların başında, mülkiyet hakkı yer almıştır.
Fransız İhtilali’nin doğurduğu liberal anlayışa göre; bireylerin kendi kişisel özerkliklerini her türlü kişisel ve keyfi güce karşı korumada başarılı olup olamayacakları, özel mülkiyetin kabulüne ve güvenliğine bağlıdır. Daha açık bir ifade ile mülkiyet hakkına sahip olmayan birey özgür de değildir. (1)
Dünya geneline bakıldığında, ülkelerin yüzde 40’ında kadınların mülkiyet hakkının kanunlarla korunmadığı görülüyor. Söz konusu bu ülkelerde kadınların mülkiyet hakları; sosyal normlar, gelenekler ve mevzuat nedeniyle sınırlanıyor. Bu durum da onların ekonomik sorunlarından ve yoksulluğun üstesinden gelme fırsatlarını engelliyor. Kadınların, küçük çiftçilerin çoğunluğunu oluşturduğu ve tarım işlerinin yüzde 75’inden fazlasını yaptığı ülkelerde bile işledikleri ve ailelerini geçindirmek için ihtiyaç duydukları toprağa sahip olma hakları rutin olarak reddediliyor. (2)
Şekil-1’de haritada sarı renk ile gösterilen ülkelerde kadınların mülkiyet hakkı, kadınların aleyhine ayrımcılıkla karşı karşıya iken, kırmızı renk ile gösterilen ülkelerde kanunlar kadının mülkiyet hakkını korumuyor. Öte yandan Türkiye’nin de dahil olduğu yeşil renk ile gösterilen ülkelerde ise kadının mülkiyet hakları kanunlarla korunmuş olup, hiçbir ayrımcılığa maruz kalmıyor.
Bu çalışma, ülkelerin hukuki düzenlemelerine göre renkleniyor. Gel gelelim; “coğrafya kaderdir” temalı, bölgesel, “hayatın olağan akışı” uygulamalardaki yaşatılanlara…
Osmanlı Devleti’nde Kadınların Mülkiyet Hakkı
Osmanlı hukuk sisteminde kadınlar, mülk edinimi ve hukuki işlem ehliyeti açısından erkeklerle eşit haklara sahip olmalarına rağmen, uygulamada bu hakları kullanırken çeşitli zorluklarla karşılaşmışlardır. Kadınlar, mülkiyet haklarını korumak için şer’iyye mahkemelerinde ve padişaha yazdıkları şikâyet dilekçeleriyle hukuki mücadele vermişlerdir.
Tereke kayıtları ve şer’iyye sicilleri, kadınların mülkiyet haklarına yönelik müdahalelerin yaygın olduğunu ve bu hakların uygulamada yeterince korunmadığını göstermektedir. Kadınların mülkiyet haklarına yönelik ihlaller genellikle aile üyeleri veya erkekler tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu durum, hukuki düzenlemeler ile uygulama arasındaki farkı ve toplumsal algının önemini ortaya koymaktadır. Günümüz Türkiye’sinde hukuki düzenlemeler kadın – erkek eşitliğini öngörse de Osmanlı dönemi uygulamalarının etkileri, toplumsal alışkanlıklar ve algılar nedeniyle devam etmektedir. (2)
Kadınlar Miras Kalan Topraklardan Neden Eşit Pay Alamıyor?
Kök miras toprakların bölünmemesi, mümkünse daha da büyüyerek toprak hâkimiyetini ileriye taşıma dürtüsü, maalesef eski çağlardan beri “kadim miras” gibi sırtımıza yapışan ve genetik kodlarımıza dahi geçmiş reflekslerimiz… Kız çocuğuna miras vermeyen, bunu da kendi coğrafyasında, sosyo – kültürel yapısında “normal” etiketi ile kültür mirasına konu etmiş insanoğlu.
“Bir ülkenin kısıtlarını merak ederseniz, o ülkenin atasözü ve deyimlerine bakınız” sözünün boşa edilmediğini ispatlarcasına; “can malın yongasıdır” temalı miras cinayetleri, kadını yok sayma, mirasta konu etmeme, itiraz ederse dışlama hatta yok etmeye kadar katman katman uzanan bu kötürüm yollar, sonunda hepimizi kadın cinayetlerine, kız çocuklarına uzanan ellere kadar getirdi! “Kadim miras” bu mudur? Kız çocukları – kadınlar hayatın “bug” ı mıdır?
Örneğin, Karadeniz yöresinde kız çocuğuna toprak vermeme adetine diğer bölgelerde de rastlanmaktadır. Erkek çocuklarına uygulanan veliaht muamelesi, biz kadınlara alıştırılmış ve normalleştirilmiştir. Her hâlükârda hizmet işi kadınlara düşmekte; cenaze evinde erkekler oturdukları yerde yas tutarken kadınlar ayakta, hizmette, serviste yas tutmaktadır. İş mirasa gelince, “ne münasebet” tavırları ile mirasın paylaşımı, erkekler arasındaki sohbetlerde konu olmaktadır.
Hatta ziyadesiyle muhafazakâr bölgelerde, dul kadınlarla, sırf ölmüş eşinden veya kadının ailesinden hasbelkader kalan toprakları almak için evlenilmektedir. Özünde savunulan hiçe sayma, burada başka bir kılıfa bürünmekte ve yok sayılan kadının özel mülkiyetine gayet rahatlıkla “çökebilme” noktasında meşhur “gururları” ve tenezzül etmez hâlleri bir anda yok olmaktadır.
Kadınlar Gayrimenkullerini Satmayı Neden Tercih Ediyor?
Osmanlı Devleti‘nde kadınlar; miras, hibe, mehir gibi yollarla gayrimenkul sahibi olsalar da şer’iyye sicilleri, bu kadınların taşınmazlarını genellikle satarak, tasarruflarını nakde çevirdiğini göstermektedir. Bu durum; kadınların, taşınmazların, koca ve erkek akrabaları tarafından kolayca elinden alınabileceği düşüncesiyle mal varlıklarını korumaya yönelik bir strateji olarak değerlendirilmektedir. İris Agmon bu durumu “ataerkil pazarlık” olarak adlandırırken, kadınların özellikle miras yoluyla elde ettikleri gayrimenkulleri satmayı tercih ettikleri belirtilmektedir.
19. yüzyıldan itibaren yapılan hukuki düzenlemelerle, kadınların taşınmaz sahibi olma hakları artmış olsa da özellikle Osmanlı’nın Ortadoğu topraklarında, kadınların miras hakları üzerindeki kısıtlamalar devam etmiştir.
Aile içi evlilikler, tapu kayıtlarında kadın isimlerinin gizlenmesi gibi yöntemlerle kadınların taşınmazlara erişimi engellenmiş, miras paylarını erkek akrabalarına devretmeleri için baskı uygulanmıştır. Şam gibi şehirlerde yapılan araştırmalar, kadınların erkeklerden çok daha az taşınmaz sahibi olduğunu ve zengin kadınların bile erkeklerden daha yoksul olduğunu göstermektedir.
Kadınlar, vakıf kurarak da mal varlıklarını korumaya çalışmışlardır. Sonuç olarak; Osmanlı Devleti’nde kadınların mülkiyet hakları, özellikle taşınmazlar konusunda, erkek egemenliği ve toplumsal normlar nedeniyle birçok kısıtlamaya tabi olmuştur. Osmanlı Devleti’nde kadınlar kâğıt üstünde mülkiyet hakları konusunda erkeklerle eşit görünmekle birlikte, uygulamada bu hakların korunması konusunda ciddi sorunlarla karşılaşmışlardır.
Şer’iyye sicilleri ve arşiv belgeleri, kadınların mülkiyet haklarına yönelik tecavüzlere uğradıklarına ve bu haklarını korumak için hukuki mücadele verdiklerine dair çok sayıda örnek sunmaktadır. Bu durum, Osmanlı hukuk sisteminde teorik olarak var olan eşitliğin, kadınların günlük yaşamlarında karşılaştıkları gerçeklikten oldukça uzak olduğunu göstermektedir. Özellikle Batılı ülkelerde evli kadınların mülkiyet haklarının kısıtlandığı düşünüldüğünde bu durum paradoksal görünse de Osmanlı’daki uygulama, kadınların mülkiyet haklarının teorideki kadar güçlü olmadığını ortaya koymaktadır. (2)
Cumhuriyet Döneminde Kadınların Mülkiyet Hakkı
Gazi Mustafa Kemal Atatürk‘ün Türkiye’de kadına seçme ve seçilme hakkı vermesi, Türk tarihinde ve dünya tarihinde bir dönüm noktası olarak kabul edilir. Atatürk’ün öncülüğünde gerçekleştirilen bu reform sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada kadın hakları mücadelesine önemli bir katkı sağlamıştır. 5 Aralık 1934 tarihinde kabul edilen bu yasa ile Türk kadını, pek çok Avrupa ülkesinden önce siyasi hayata aktif olarak katılma imkânı bulmuştur.
Bu önemli adım, Atatürk’ün kadınlara duyduğu güvenin, onların toplumdaki yerini güçlendirme konusundaki kararlılığının ve modernleşme anlayışının bir yansımasıdır. Kadınların siyasi hayata katılımının teşvik edilmesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratik ve laik yapısının güçlenmesine önemli bir katkı sağlamıştır.
Öte yandan tüm kazanımlara rağmen mülkiyet haklarına saldırıların önüne geçilemediği gibi, kadınların taşınmaz mülkiyetine sahip olma oranlarının düşüklüğü konusundaki gelenek, Cumhuriyet döneminde de devam etmiştir.
Türkiye Genelinde Kadınların Gayrimenkul Sahiplik Oranı Ne Kadar?
Türkiye’de ailenin sahip olduğu taşınmazların kimin üzerine kayıtlı olduğuna bakıldığında; kırsal alanda yüzde 78’inin, kentlerde ise yüzde 68,3’ünün erkeğin üzerine kayıtlı olduğu görülmektedir. Türkiye genelinde kadınların gayrimenkul sahiplik oranı yüzde 8,7’dir. (2)
Bilhassa kadastrosunu inşa ettiğimiz köylerde, uygulanamaz ya da olmayan eski kayıtların olduğu mekanlarda, mevzuatı gereği senetsizden yazılan yani muhtar ve bilirkişi beyanlarınca yapılan tespitlerde sıklıkla karşımıza çıkan hadiselerde alenidir ki; kadın öyle ya da böyle dünya üzerinde yaşamasına, var olmasına, özel mülkiyet edinerek ayakları üzerinde durmasına tahammül edilemez varlıklar olarak muamele görmektedir.
Hayatın genel tecrübelerine aykırı bulunmayan bu durum maalesef sadece erkekler tarafından değil, birçok kadın tarafından da desteklenmektedir. Kız çocukları – kadınlar hayatın “bug”ı gibi muamele görmeyi hak etmemektedir. Ancak değindiğim olayları kendince “normal” bulanların, “debug” muamelesine acilen tabi tutulmasının, toplumun mantık temizliğine katkı sunacağı öngörülmektedir.
Kaynakça: