İçindekiler
Hemen hemen her gün haberlerde okursunuz; baş köşede bir başlık, “korkutan deprem”. Google aramasında 4 milyondan fazla kez yer almış. Bu korkutan deprem büyüklüğü 3.5’e kadar inmiş meğerse. Bu küçük deprem kimi korkuttu, nasıl korkuttu belli değil. Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü’nün (KRDAE) kayıtlarına bakarsanız 2022 yılında büyüklüğü 3.0 – 3.9 arasında 1.080 deprem olmuş. Aynı yıl, büyüklüğü 4.0 – 4.9 arasındaki deprem sayısı ise 151. Yani, her gün bir deprem haberi yapabileceğimiz bir coğrafyada yaşıyoruz.
Google’a göre diğer fenomen haber başlıklarının yer alma sayıları şöyle: “depremi bildi” + 17 milyon, “bugün deprem olacak mı?” + 16 milyon, “deprem geliyor” + 15 milyon, “deprem uzmanı” haberi ise + 6 milyon kez yer almış. “Yarın deprem olacak mı?” + 2 milyon, “neden yıkıldık” + 2 milyon, “yapı denetim sorunları” + 900 bin, “deprem kapıya dayandı” + 300 bin. “Depremi tetikler mi?” ise daha az, + 60 bin civarında ve bundan pek fenomen haberi olmaz.
Havaya dikkatle bakacaksın, istihareye yatacaksın ve “bu ay deprem olacak mı?” veya “deprem geliyor mu?” sorularına inandırıcı yanıt vereceksin. Depremlerde yıkılma ve can kaybı sorunlarımızı böyle çözebilir miyiz? Elbette hayır.
Depremler Önceden Bilinebilir mi?
Deprembilimde (sismoloji) depremleri önceden haber verebilme yöntemi keşfedilemedi. Depremin yerini, büyüklüğünü, tarihini ve saatini önceden bilemiyoruz. Olanları kaydediyoruz, inceliyoruz, zaman ve yerkabuğu içerisinde davranış özelliklerini araştırıyoruz. Her geçen gün depremlerin nasıl oluştukları konusunda bilgimiz daha da artıyor. Türkiye ve yakın çevresinde 1900 – 2023 yılları arasında büyüklüğü 4.0 ve daha fazla olan 11 bin civarında deprem olmuş (KRDAE, AFAD). Daha küçük depremleri söylemiyorum. Onlar kat kat daha fazla.
Yüzlerce yıldır kaydedilen depremlerden, istatistik ve ihtimaller hesaplarına göre deprem tehlikesi tahminleri yapılıyor. Örneğin, Türkiye Deprem Tehlike Haritası bu amaçla hazırlanmıştır ve bulunduğunuz konumda karşılaşabileceğiniz en büyük yer hareketinin değerini verir (TDTH, 2018). Bu değere ve zemin özelliklerine göre bina inşaatı tasarlanır ve bina yapılır.
Binalar Depremde Neden Çöküyor?
Deprem risklerini azaltan imar planlarına (sakınım planı) göre planlanmamış, nüfusu ve depreme dayanıksız bina sayısı hızla artarak büyüyen şehirlerimiz risk havuzlarına dönüştü. Kentlerimiz, başta deprem olmak üzere doğa ve insan kaynaklı tehlikelerin afetlere dönüşeceği mekânlar durumuna geliyor.
Eskiden köylerde kerpiç yapılar yıkılıyordu, şimdilerde betonlaşmış kentlerimiz yıkılıyor. 1940’lardan bu yana sekiz kez deprem yönetmeliği çıkardık. Ancak depreme dayanıklı bina inşaat kuralları belirlenmiş olmakla birlikte denetimsizlikten, yer seçimi ve inşaat hatalarından dolayı yine yıkıldık.
Şehirleşme sürecinde doğa tehlikelerinden sakınan ve koruyan, bütüncül bir planlama yapılmadan şehirlerdeki sorunlu araziler, dere yatakları, tarım alanları, yeşil alanlar inşaata açıldı. Yatayda yayılırken binalar giderek daha da sıklaşmaya ve yükselmeye başladı.
Yönetmeliklere uyulmadan, yeteri kadar denetim yapılmadan oluşan yapı sayısı ve dolayısıyla nüfus arttı. Her kuvvetli depremde, yağmurun selinde can ve mal kayıplarımız da artmayı sürdürdü. Bugün gelinen noktada birinci ve ikinci derece deprem tehlikeli bölgelerdeki aşırı nüfus ve varlık yığılması, büyük üretim ve ekonomik ilişkiler kapasitesi, altyapı ve donanım yetersizlikleri, afet sonrasına kilitlenmiş yönetim anlayışı, risk azaltma planına dayanmayan imar uygulamaları, denetimsizlik ve liyakatsizlik deprem kayıplarının artmasına neden oldu.
Deprem Yönetmeliğini Değiştirmek Çözüm Olur mu?
17 Ağustos 1999 depremi sonrası yapılan incelemelerde tespit edilen inşaat hatalarını gidermek için yeni yasal düzenlemeler yapıldı. 2001‘de Yapı Denetim ve Doğal Afet Sigortası Kurumu (DASK) yasaları çıkarıldı. İmar mevzuatında bazı düzenlemeler yapıldı, 2004’te deprem şurası düzenlendi. 2007’de deprem yönetmeliği revize edildi. 2012’de kentsel dönüşüm yasası çıkarıldı. Hazır ve kaliteli beton kullanımı zorunlu kılındı. 2019’da yeni deprem yönetmeliği yayınlandı.
23 Ekim 2011’de Van, 24 Ocak 2020’de Elazığ ve Malatya yıkıldı. 30 Ekim 2020’de 70 kilometre uzakta 7.0 büyüklüğündeki Sisam Adası depreminde İzmir yıkıldı. Sisam Adası’ndaki depreme “İzmir depremi” dediler! “Zemin kötüydü o yüzden” denildi. 2000 yılı öncesi eski yönetmeliğe göre yapılmış binalara, “onlar eski yönetmeliğe göre yapılmıştı, o nedenle yıkıldı” denildi. Hatta “mücbir sebep” veya “takdiri ilahi” denildi. Kentsel dönüşümle daha iyisinin yapılacağı söylendi.
6 Şubat 2023 yılında Kahramanmaraş depremiyle yine yıkıldık. O gün sabaha karşı 04:17’de bir dakika içerisinde 817 bin konut ve işyerinin çeşitli derecelerde hasar almasına, 97 bin konutun tümüyle çökmesine neden olan inşaat hatalarının; 1999’da, 2011’de ve 2020’deki depremlerdeki sonuçlara benzer olması bize ne anlatıyor? Biz neden çok sayıda can kaybı yaratan toptan göçen binalar yapıyoruz?
Resmi sayılara göre; Elazığ’dan Hatay’a kadar olan bölgede, sabaha karşı herkes uykudayken 97 bin konut yıkıldı, 421 bin hane ağır hasar aldı. Can kaybı sayısı 53 bin 537 olarak belirlendi. 8 bin 500 can kaybı da Suriye’de vardı, onları bizim sayılara katmadık. Gaip, yitiklerin sayısını bilmiyoruz. Gece 04:17’de 97 bin hane yıkıldı ve can kaybı 53 bin 537 olarak açıklandı.
Neden kayıplarımızı azaltan etkin bir afet yönetim düzeni kuramıyoruz? Neden binalarımızı, mahallelerimizi, şehirlerimizi sellere ve depremlere dayanıklı duruma getiremiyoruz? Bu ulusal sorunu çözmemiz gerekiyor. Her afetten sonra onlarca resmî / özel raporlar yazılıyor, paneller / sempozyumlar yapılıyor, stratejiler ve eylem planları belirliyoruz. Ama yine yıkılıyoruz.
1960 yılından bugüne kadar 11 kez TBMM Deprem Araştırma Komisyonu kuruldu, ilgili herkes görüşünü, önerilerini bildirdi ve raporlar yayınlandı. Bütün hatalar tespit ediliyor, çözüm önerileri sunuluyor. Ama depremler ve seller karşısında büyük kayıplara uğramaktan kurtulamıyoruz. Risk yönetimini yapamıyor, kayıpları azaltamıyor ve dolayısıyla dayanıklı yerleşimler geliştiremiyoruz. Sürekli göç alan şehirleri planlamada ve kurallarına uygun inşaat üretiminde sorunlar sürüyor.
17 Ağustos 1999 Gölcük Depremi sonrası 1998 Deprem Yönetmeliği değiştirildi. 2000 yılında Ulusal Deprem Konseyi kuruldu, hükûmet, “Deprem Konseyi işe yaramaz” dedi ve 2006’da kapattı. 2007’de deprem yönetmeliğinde değişiklikler yapıldı. Deprem vergisi konuldu, onlarca milyar TL toplandı.
Yapı denetim, DASK, AFAD ve Kentsel Dönüşüm Yasası çıkarıldı. İmar Yasası’nda bazı değişiklikler yapıldı. Hazır çimento sistemi kuruldu. TSE standartları yenilendi. Deprem Şurası ve Şehircilik Şurası yapıldı. KENTGES raporları yazıldı. DPT kapatıldı ve yeni bakanlıklar kuruldu. Üniversitelerdeki bilim insanlarının, TMMOB’un yaşanabilir ve afet güvenli şehircilik için politika önerileri görmezden gelindi. Riskleri azaltan imar planları, mekânsal planlar yapılamadı. En kötü zeminli alanlar bile imara açıldı.
Türkiye’de; birkaç yüz bin müteahhit, iki yüze yakın üniversite, bin yıllık deprem tarihi, imar mevzuatı, deprem yönetmeliği, yapı denetim kanunu, deprem diri fay haritası, deprem tehlike haritası, parlamento, bakanlıklar, valilikler, AFAD, belediyeler, kaymakamlıklar, Kızılay, STK’lar ve 12 yıllık Kentsel Dönüşüm Kanunu var. Deprem Şurası, Şehircilik Şurası, KENTGES raporları, DPT raporları ve üniversite raporları var.
Ama bir şey eksik kalmıştı… Afet risklerini azaltmaya odaklanmış bütünleşik bir afet yönetim ve yönetişim düzeni, planlama düzeni kurulamadı, yerelde örgütlenme gelişmedi, yerel – merkezi yönetim iş birlikleri arzulanan düzeyde gerçekleşmedi. Şehircilik bilimi görmezden gelindi. Başta deprem olmak üzere afetlere dayanıklı, yaşanabilir, çevre ve iklim dostu planlı şehircilik gerçekleştirilemedi. Dayanıklı yapı üretiminde yetkinlik ve liyakat umursanmadı. Meslek etiği zayıfladı.
Geçen gün bir panelde “1999 depremlerinden sonra 25 yıl geçmiş, çeyrek asırdır ne yapmadık ya da neyimiz yoktu da hâlâ yıkılıyoruz?” dedim. Değerli bir inşaat ve deprem mühendisi hocamız yanıt verdi; “ahlâkımız eksik”.
6 Şubat 2023 Kahramanmaraş depremlerinin ortaya koyduğu acı ve ağır sonuçlar, bir deprem ülkesinde afet öncesi, anı ve sonrası kayıpları azaltacak düzeni kuramadığımızın en ağır ve de unutulmayacak bir örneğidir. 17 Ağustos 1999 “milat” olmuştu. 6 Şubat 2023 “asrın felaketi” oldu. Ya bundan sonrakiler?
“Deprem Bölgesine Yapılan Yeni Konutlar Ne Kadar Sağlam?”
Bugünlerde deprem bölgesinde on binlerce konut yapılacağı duyuruluyor. Yapı üretim ve denetim işlerindeki sorunlar, bizi yıkan sorunlar çözülmeden yeni yapılanların sağlamlığı konusunda garanti nedir ve bu garantiyi kim verir?
İçişleri Bakanı Yardımcısı Sayın Münir Karaloğlu, “Marmara Depremi yaşandığında ülkede deprem yönetmeliğinin bulunmadığını” dile getirerek, “Bu çok acıdır. 17 Ağustos depreminden sonra deprem yönetmelikleri yayınlandı. Yenilenerek geldi. Şu anda biz yeterli görmüyoruz. Deprem yönetmeliğinde yeni ilaveler yapmak üzere çalışmaları tamamladık” ifadelerini kullandı. Halbuki, 1940 yılından bugüne kadar Türkiye Deprem Yönetmeliği, en sonuncusu 2019 yılında olmak üzere sekiz kez değiştirildi. Deprem yönetmeliğimiz var ama yıkılma ve can kayıplarına neden olan deprem hasarlarında sorumluyu bulmada büyük zorluk var.
Türkiye Deprem Yönetmeliği’nin yetkin bir mühendis tarafından uygulanması ve inşaatın zemininin, malzemesinin, işçiliğinin yine yetkin bir mühendis tarafından denetlenmesi durumunda, yapıların büyük depremlerde hasar alsa bile yıkılmaması ve çökmemesi gerektiğini, dolayısıyla ölümcül olmayacağını söylüyor inşaat mühendisliği hocaları.
Sayın Münir Karaloğlu, “Yaptığımız binaları, konutları, iş yerlerini depreme daha dayanıklı hâle getirebilmek için yeni kriterler koyacağız. Bu, 6 Şubat depreminden çıkardığımız ders olarak yeni yönetmeliğe ilave edeceğimiz, yeni uygulamalar olacak” derken, son 25 yıldan bu yana 17 Ağustos 1999, 12 Kasım 1999, 23 Ekim 2011, 20 Ocak 2020 ve 30 Ekim 2020 yılındaki büyük depremlerden çıkarılan derslerin sonuçsuz kaldığını göz önüne almamız gerekiyor.
AFAD Başkanı Sayın Oktay Memiş’in “Nüfusumuzla orantılandığında dünyada en fazla arama kurtarma ekibine sahip ülke olacağız çok yakın bir sürede ama asıl yapmamız gereken, sağlam zemine sağlam binaları yapmak zorundayız. İyileştirme çalışmaları olarak da dünyanın en büyük afet sonrası iyileştirme operasyonu yapan Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Türk milleti var” şeklinde bir açıklaması var. Bu açıklamayı, afet risklerinin azaltılmasına yönelik geçmişte yeterince kaynak ayrılmadığı için şu an gereğinden fazla harcama yapıldığı şeklinde yorumluyorum.
17 Ağustos 1999 depremi için “milat” tanımı kullanıldığı için “asrın depremi” adı verilen 6 Şubat 2023 depremi sonrası yayınlanan resmi raporda; bölgedeki 11 ilde toplam 2 milyon 618 bin 697 binadan, tespit yapılamayan 147 bin 895 bina (296 bin 508 bağımsız birim) hariç ağır hasar + yıkık + acil yıkılacak 232 bin 632 bina (651 bin 416 bağımsız birim) belirlendi.
Evet, deprem büyüktü, iki büyük deprem arka arkaya oldu, 2000 yılı sonrası yapılmış binalar daha az yıkıldı. Ancak 2000 öncesi deprem yönetmelikleri o dönemde yapılan yapıların ölümcül şekilde hasar almalarına ve yıkılmalarına gerekçe olabilir mi?
Geçtiğimiz günlerde bir sertifika töreninde konuşan Mahalle Afet Gönüllüleri Başkanı, yüzbinlerle ifade edilen bina enkazının her birine yüzbinlerce arama – kurtarma ekibi konuşlandıracak bir strateji olmadığını söyledi ve “keşke yıkılmasak da bize daha az ihtiyaç olsa” dedi.
“Türkiye Bir Deprem Afeti Sarmalına Girdi”
Deprem kaynaklı kayıp risklerini azaltma hızımız yavaş olunca, arka arkaya gelen depremler bizi hazırlıksız, önlemsiz ve dayanıksız yakalıyor. Yıkılıyoruz, yeniden inşa ediyoruz; yıkılıyoruz, yeniden inşa ediyoruz. Bu bir afet sarmalıdır. Türkiye bir deprem afeti sarmalına girmiştir ve artık bu sarmaldan çıkmanın bir yolunu bulmak zorundadır.
Her depremden sonra yayınlanan onlarca resmî ve özel kurum raporları yanı sıra, üniversite raporlarında sorunlar saptanıyor, çözüm önerileri sunuluyor. Ancak “deprem olacak mı olmayacak mı?”, “fay nereden geçiyor?” söyleşileri dışında “neden yıkıldığımıza dair tespitler ve çözüm önerilerini” televizyonlardaki tartışmalarda göremiyoruz. Her büyük depremden sonra yıkılan ve altında insanların can verdiği binaların yıkılma nedenlerine ve çözüm yollarına dair tartışmalarını niçin göremiyoruz, duyamıyoruz?
Acaba haberciler; jeologlar ve jeofizikçilerin yanı sıra yapı müteahhitlerini, inşaat mühendislerini, mimarları, şehir plancılarını, kent yöneticilerini, yapı denetimcilerini, hazır betoncuları, ustaları ve kalfaları bu yıkılma sorunlarını tartışmak, halkı bilgilendirmek ve aydınlatmak için televizyonlara çağırıyorlar ama onlar mı gelmiyor? Yoksa geliyorlar da ben mi görmüyorum?