İçindekiler
Türk Dil Kurumu (TDK) sözlüğündeki karşılığı ekonomi olan Arapça kökenli iktisat sözcüğü; “insanların üretme ve ürettiklerini bölüşme biçimleri, ardından bu faaliyetlerden doğan ilişkilerin bütünü” anlamına gelmektedir.
İnsan ihtiyaçlarının ve isteklerinin sınırsız, yeryüzünde bulunan kaynakların ise sınırlı olması nedeniyle kıt kaynakların ne kadar/nasıl üretileceği ve ne şekilde bölüşüleceği; ekonomi bilimini doğurmuştur.
Kaynakların Kullanımını Etkileyen En Önemli Unsur: Nüfus
Dünyadaki kaynakların kullanımını etkileyen üretim şekillerinde, miktarlarında ve paylaşımlarında en önemli unsurlardan biri de nüfustur.
Dünyanın nüfuslanma süreci, insanın yerleşik hayata geçtiği Neolitik Çağ ile başlamıştır. Daha sonraki dönemlerde insanın meydana getirdiği teknolojik gelişmeler sayesinde hem ortalama ömür uzamış hem de nüfus artışı hızlanmıştır.
Günümüzden 10-12 bin yıl önce 80 milyon civarında olan dünya nüfusu, 1650’lerde 500 milyona ulaşmıştır. Son 350 yılda ise 500 milyondan 6 milyara yükselen küresel nüfus; 1999 yılında 6 milyara1 erişmiştir. Güncel olarak Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu (UNFPA) ise dünya nüfusunun 15 Kasım itibarıyla 8 milyar kişiye ulaştığını bildirmiştir. UNFPA’nın yayımladığı raporda dünya nüfusunun 2030’da 8,5 milyar, 2050’de 9,7 milyar, 2100’de 10,4 milyar seviyesine erişeceği tahmin edilmektedir.
Üretim ve Üretimin Faktörleri
İnsan ihtiyaçlarının karşılanabilmesi amacıyla yapılan her türlü faaliyet, üretimdir. Bu faaliyetler sonucunda ortaya çıkan insani ihtiyaçlar; barınma, gıda, giyecek, yiyecek gibi birer somut ürünler ya da eğitim, servis, danışmanlık gibi soyut ama ihtiyaçları karşılayan hizmetlerdir. İster mal ister hizmet olsun, bunların hepsi birer üretimdir…
Bir üretimin meydana gelebilmesi için üretim faktörleri olarak adlandırılan bazı etkenlerin bir araya gelmesi gerekmektedir. Bu faktörler; doğal kaynak (ham madde), iş gücü (emek), sermaye ve girişimci şeklinde sıralanabilir. Teknoloji ise yardımcı üretim faktörüdür ve diğer etkenler ile kullanıldığında onların verimliliklerini artırmaktadır.
19. yüzyılda Sanayi Devrimi ile başlayan endüstrileşme ve onun kaçınılmaz olarak beraberinde getirdiği devletler arası ekonomik rekabet, 20. yüzyılda özellikle II. Dünya Savaşı’nın ardından doruk noktasına ulaşmıştır. Bahsi geçen rekabet sonucunda güçlü bir üretim yapısına sahip, ekonomik açıdan gelişmiş ülkelerin söz sahibi olduğu bir düzen kurulmuştur. Bu durum da çoğu geri kalmış ülkenin sanayileşme sürecine girmesine neden olarak, üretim amacıyla daha fazla ham madde tüketimini beraberinde getirmiştir.
Aynı zamanda tüm dünyada nüfusun hızla artması; kaynakların aşırı tüketilmesine, çevreye bırakılan atıkların çoğalmasına ve yaşadığımız ekosistemin kendini yenileyemeyecek hâle gelmesine neden olmuştur. Yaşanan bu sorunlar, kalkınma anlayışına yeni bir bakış açısıyla bakmayı zorunlu hâle getirmiştir.
Ekolojik İktisat Nedir, Neyi Vurgular?
Sermaye, ekonominin gelir yaratma potansiyelini yansıtmaktadır. Bu da üretilmiş sermaye (makine ve binalar), fiziki olmayan varlıklar (bilgi, insan kaynağı, sosyal organizasyonlar, kurumlar ve teknoloji düzeyi) ve ekonomik dönüşüm süreçlerinde kullanılacak doğal kaynaklardan (yenilenemeyen ve yenilenebilir kaynaklar) oluşmaktadır.
Ekonomik sistemi, kendisinden daha büyük olan biyofiziksel düzenin bir altı şeklinde gören ekolojik iktisat yaklaşımı; küresel sistemin devamlılığı için fiziki ve biyolojik sınırlara uyan bir ekonomik faaliyetin gerekliliğini vurgulamaktadır.
“İnsanlığın ekonomik faaliyeti, çevrenin taşıma kapasitesiyle sınırlı olmalıdır.” ifadesi, ekolojik iktisatta temel ilkelerden biridir. Taşıma kapasitesi ise nüfus düzeyi ve tüketimin, var olan doğal kaynak tabanını tüketmeden devamlılığı şeklinde tanımlanabilir.
Ekolojik İktisat, Sürdürülebilirlik Biliminin Öncüsüdür
Ekolojik iktisatçılar; gıda/enerji arzı sorunlarını, kıt doğal kaynakları ve kümülatif çevresel tahribat konularını da iktisadi büyümenin sınırlayıcıları olarak kabul etmektedir.2
Ekolojik iktisadın, bu bakımdan sürdürülebilirlik biliminin de öncüsü konumunda olduğu ileri sürülmektedir. Ekolojik sistemlerin sınırlı taşıma kapasitesinin yanında; enerjinin elde edilebilirliği, enerji kullanımının çevresel etkileri ile madde ve enerji dönüşümünün tesirleri de ekolojik iktisatta ele alınan temel konulardır.
Ekolojik iktisat ve bu bilimi temel alan sürdürülebilir kalkınma kavramı; ekonomik, sosyal ve çevresel bileşenlerden oluşmaktadır. 1987 yılında Birleşmiş Milletler (BM) Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu’nun yayımladığı, adı “Ortak Geleceğimiz” olan ancak daha çok Çalışma Komisyonu Başkanı, Norveç Eski Başbakanı Gro Harlem Brundtland’un ismiyle tanınan raporda sürdürülebilir kalkınma, şu şekilde tanımlanmıştır:
“Sürdürülebilir kalkınma; gelecek kuşakların gereksinimlerini karşılama olanaklarını ellerinden almadan, günümüz kuşağının gereksinimlerinin karşılanabildiği gelişme sürecidir.”
Yukarıdaki tanımın, o ana kadar dünyada uygulanmakta olan klasik batı tarzı üretim ve tüketim biçimleriyle uyumlu olmadığı açıktır… Raporda ayrıca, “Çevre yaşadığımız yerdir ve kalkınma bu yerde geleceğimizi iyileştirmek için tüm yaptıklarımızdır. Bu ikisi ayrılamaz.” ifadeleri de kullanılmaktadır. Bu bağlamda sürdürülebilir kalkınma, insan ile doğa arasında bir uyum hâli oluşturmayı hedeflemektedir.
Doğa ile uyumlu, karbon salımını en aza indiren, atık üretmeyen doğal kaynakları en verimli şekliyle korumanın önemini; küresel ısınma ve pandemi gibi krizler göstermektedir.
Gayrimenkul Sektöründe Sürdürülebilirlik Yaklaşımının Temeli
Tüm bu ifadelerin ışığında sağlıklı bina ve yerleşme birimleri, altyapı/ulaştırma hizmetleri, yapıların üretim yöntemleri, malzemelerin niteliği/tasarımı/inşası/yönetimi ve kullanımı sürecinde ekolojik iktisat yaklaşımı ile yeryüzündeki kaynaklardan en verimli şekilde faydalanılması; gayrimenkul sektöründe sürdürülebilirlik yaklaşımının temelini oluşturmaktadır.
Kaynakça:
1Dünya Nüfus Artışı ve Getirdiği Sorunlar
2Sürdürülebilir Yaşam Alanları, İnsan Odaklı Kentler, Hülya Uğuz Yedievli