İçindekiler
Global anlamda yaşanan gelişmelerin ve değişimlerin inşaat sektörünü etkilemesi kaçınılmazdır. II. Dünya Savaşı’ndan sonra yaşanan konut krizi, ülkemizde daha çok TOKİ konutlarının yapımında ön plana çıkan tünel kalıp sisteminin doğuşuna yol açmıştır.
Nüfus artışı ve teknolojinin ilerleyişi, gelişmekte olan ve gelişmemiş ülkeleri küresel rekabette tutabilmek adına Kamu-Özel İş Birliği (KÖİ) projelerinin yapımına teşvik etmiştir. Çin’in insan gücüne karşı rekabet edemeyen, (başta Almanya olmak üzere) Avrupa ülkelerinin teknolojiyi daha fazla iş yaşamına katma amaçları ile doğan Endüstri 4.0 kavramı inşaat sektörünün dijitalleşmesine ön ayak olmuştur.
Günümüzde Ukrayna-Rusya savaşı sebebi ile her ne kadar gündemi gerektiği kadar meşgul edemese de iklim krizi; dünyayı ve inşaat sektörünü bekleyen büyük bir tehdit olarak karşımıza çıkmaktadır.
İnşaat Sektörü İklim Değişikliğinden Nasıl Etkilendi?
İklim değişikliğinin inşaat sektörüne etkilerini inceleyebilmek için birçok aşamayı birlikte değerlendirmek gerekir. Tasarım aşamasından başlayan bu süreç; kullanılan malzemenin seçimi, inşaat yapım süreçleri ve uygulama metotları gibi birçok evreden oluşmaktadır. İnşaat sonrası süreç de bu evrenin en önemli etkenlerindendir ve atık yönetimi konusunda ciddi önlemler almak gerekmektedir.
Ülkemizde yaşanan deprem ile bu konu tekrar gündeme geldi. Uzmanlara göre deprem sonrası yaklaşık 100 milyon ton moloz (gözümüzde daha iyi canlanabilmesi adına yapılan benzetmelere istinaden, Erciyes Dağı kadar bir büyüklük) ortaya çıktı. Asbest kullanımının 2010 yılında yasaklandığını düşündüğümüzde, bu yıldan önce yapılan yapılardan çıkacak molozların sağlık açısından tehlikesini de düşünmemiz gerekmektedir.
Dünyada atık yönetimi ve iklim değişikliği etkileri ile ilgili birçok çalışma mevcut. Örneğin İsveç hükûmeti 2050 yılına kadar yüksek oranda karbondan arındırılmış ve enerji açısından verimli bina stokunun elde edilmesi için çalışmalarına devam etmektedir. Ayrıca iklim yasası ile bu tür teşvikleri yasalarla korunabilir hâle getirmeyi hedeflemektedir.
İrlanda’da artan konut talebini karşılayabilmek için betonarme yapılar yerine ahşap yapıların kullanımının faydaları incelenerek doğa ile uyumlu yapıların üretilmesi amaçlanmaktadır. Keza Avustralya hükûmeti de teşvik ve yasalarla iklim değişikliği için alınabilecek önlemleri sektöre uyarlayabilmek için çaba sarf etmektedir.
Ülke olarak gerçek gündemimiz bu saydığımız konulardan çok daha farklı maalesef. Önceliğimiz “inşaat mühendisliğine giriş” dersi niteliğinde olan depreme dayanıklı binalar yapmak oldu. Yapı denetim anlayışının, şantiye şefliğinin, yetkin mühendisliğin dahi tartışıldığı bir ülkede; iklim değişikliği, sürdürülebilirlik, atık yönetimi gibi konuları gündemde tutabilmek elbette daha zor. Bu konuları gündemimize almadığımız sürece büyük sorunlarla karşılaşmamız kaçınılmaz olacaktır. Deprem gibi bir günde geri dönüşü veya felaketi hissedemeyebiliriz fakat uzun solukta bizim için büyük bir sorun olarak karşımıza çıkacaktır.
Acil Önlem Planlarımızı Devreye Sokmamız Gerekiyor
2021 yılının Ekim ayında TBMM tarafından oy birliği ile kabul edilen Paris İklim Antlaşması ile taahhüt ettiğimiz hedeflere ulaşabilmek adına acil önlem planlarımızı devreye sokmamız, bu konuya ülke olarak bilinçlendirme çalışmaları ile başlamamız gerekmektedir. Yaşadığımız felaketleri çok kısa sürede unutabilmek gibi bir yeteneğe sahip toplum olduğumuz için, bu tarz konuları gündemimize almak daha zor olmaktadır. Bu sebeple devletin yasal düzenlemeler ve teşvikler ile konuyu sektöre uyarlaması gerekmektedir. Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Antonio Guterres’in COP 27’de dediği gibi; “İklim cehennemine giden bir oto yoldayız ve ayağımız hâlâ gazda.”