İçindekiler
Günümüzde kentleri yalnızca teknik boyutuyla düşünmenin yetersiz olduğunu; sosyal, ekonomik, psikolojik, kültürel olmak üzere birçok disiplinin bir arada düşünülmesi gerektiğini deneyimleyerek görüyoruz. Her bir kentin, kent kimliğinin korunmasının yanı sıra; kentler, içinde yaşayan insanların sosyal, ekonomik ve psikolojik refahını yansıtan canlı organizmalardır.
Geleneksel şehir planlama anlayışı uzun yıllar boyunca “ortalama kullanıcıyı” esas almış, bu da çoğu zaman erkek, sağlıklı ve yetişkin bireylerin hareket kalıplarını temel almıştır. Oysa şehir; çocukların, kadınların, yaşlıların, engelli bireylerin ve farklı sosyal grupların ortak yaşam alanıdır. Dolayısıyla, şehir planlamasında toplumsal kapsayıcılığı odağa almak artık bir tercih değil, bir zorunluluktur.
Bu Yaklaşım Neden Gerekli?
Beni bu konuyu araştırmaya teşvik eden durum, günümüzde özellikle kadın ve çocukların kentlerde yaşadıkları sosyal, psikolojik, fiziksel şiddet ve zorluklar. Tam da bunun üzerine yapılan araştırmanın sonucuna rastladım. Bugünlerde yayımlanan habere göre; TÜİK tarafından 2024 yılı “Türkiye Kadına Yönelik Şiddet Araştırması” sonucu açıklandı. Sonuçlar kadınların %28,2’sinin psikolojik, %18,3’ünün ekonomik ve %12,8’inin fiziksel şiddete uğradığını gösteriyor. Habere göre; yaşamının herhangi bir döneminde fiziksel şiddete yüzde 14,7 ile en fazla 35 – 44 yaş grubundaki kadınlar maruz kalıyor. Bunu sırasıyla yüzde 14,3 ile 45 – 59 yaş ve yüzde 11,9 ile 25 – 34 yaş grupları takip ediyor. (*) Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de bu durumu merkeze alarak şehirlerimizi yeniden düşünmemiz gerekli.
Toplum içindeki her grupta olduğu gibi; kadınlar, çocuklar ve dezavantajlı gruplar şehir mekânlarını farklı biçimlerde deneyimler. Kadınlar, güvenlik, aydınlatma, ulaşım ve bakım yükü nedeniyle gündelik yaşamlarını kısıtlı alanlarda sürdürmek zorunda kalır. Çocuklar, betonlaşan kentlerde oyun alanı bulmakta zorlanır; doğadan, sosyalleşmeden uzak büyür. Engelliler, erişim sorunları nedeniyle kamusal hayata eşit biçimde katılamaz. Bu grupların ihtiyaçlarını hesaba katmayan bir şehir, aslında toplumun büyük bir kesimini dışarıda bırakır. Bu durum yalnızca sosyal adalet sorunu değil; aynı zamanda ekonomik ve kültürel kayıplara sebep olmaktadır.
Dünyadan İlham Veren Örnekler

Viyana (Avusturya)
Frauen – Werk – Stadt projesiyle kadınların günlük yaşam alışkanlıklarına göre konut, park ve ulaşım sistemi düzenlendi. Kadınların karar süreçlerine katılımı zorunlu hâle getirildi. Projede hedefler; ev ve bakım işlerini kolaylaştırmak, topluluk duygusunu teşvik etmek, konforlu ve güvenli alanlar yaratmaktı. Şehrin kadın ofisi “Frauenbüro” tarafından yaptırılan bu girişimle 357 konut inşa edildi.
Projede; yaya ihtiyaçlarına öncelik verildi, tesisin içinde anaokulu, iletişim merkezi, doctor muayenehanesi, polis karakolu, perakende mağazaları gibi olanaklar bulunmaktadır. Ayrıca merkezi alan araçsız hale getirilerek engelli ve yaşlılara yönelik daireler de planlandı. Her daireye özel küçük bahçeler ve esnek daire düzenleri tasarlandı.

Barcelona (İspanya)
Col·lectiu Punt 6 kolektifi, toplumsal cinsiyet eşitliği ekseninde kamusal alan rehberleri hazırlayarak belediyelere mekânsal dönüşüm ölçütleri kazandırdı. Söz konusu grup yaşları 29 ile 59 arasında değişen çeşitli kadınlardan oluşan bir gruptur. Ayrımcılığı ve hiyerarşileri yıkmak ve fiziksel, toplumsal dönüşümü sağlamak için farklı mekanları yeniden düşünmekteler. Ev, toplum ve kamusal alanlarda yaşayan insanların ihtiyaç, kullanım ve isteklerini esas alarak bakım, güvenlik ve topluluk katılımını esas almaktadırlar. Örnek proje, Cardedeu Vila Cuidadora’da bakımla bağlantılı hizmet ve kaynakların haritalandırılması oldu. Cardedeu’da mevcut bakım hizmetlerini ve kaynaklarını gösteren bir harita geliştirildi. Amaç belediyenin fiziksel ve kentsel koşullarının analizi ve açıklamasıydı. Böylece bölgedeki günlük bakımı şekillendiren dinamikler görünür oldu ve bu kaynakların daha iyi kentsel planlama ve eklemlenmesine katkıda bulunulmuş oldu. (**)

Kopenhag (Danimarka)
Superkilen Parkı, çok kültürlü ve çocuk dostu tasarımıyla, sosyal kapsayıcılığın kamusal mekânda nasıl mümkün olabileceğini gösterdi. Projede klasik park anlayışının dışında, farklı ülkelerden getirilen objeler ile çevrede oturan insanların bağlı oldukları farklı kültürlere vurgu yapıldı.

Pekin (Çin)
Micro Yuan’er projesi, geleneksel dokuda çocuk kütüphanesi ve sanat merkeziyle, küçük ölçekte ama yüksek etkiyle kapsayıcı bir model sundu. Şehrin merkezinde yer alan proje, aile evleriyle çevrili yüzlerce yıllık bir Çin avlusunda yer alıyor. Yapı, eski ve yeni mimarinin iç içe olmasıyla tanınıyor. Projenin en önemli parçası olarak; çocuk kütüphanesi ve sanat merkezi hedeflendi. Uygulama sayesinde, atıl durumda olan alanda yaşam yeniden canlandı ve topluluk bağları güçlendi. Bunun yanında tarihi binalar korunmuş ve kültürel miras gelecek nesillere aktarılmış oldu (***).

Bogotá (Kolombiya)
Al Colegio en Bici programı, çocukların güvenli bisiklet rotalarıyla okula ulaşmasını sağlayarak sosyal eşitliği somutlaştırdı. Bu proje sayesinde çocuklar okula yürüyerek ve bisikletle gidiyorlar. Program bir yıllık planlamanın ardından 2013 yılında başladı ve düşük gelirli nüfus için devlet okullarına daha iyi erişim sağladı. Bununla birlikte çocuklara sürdürülebilir bir ulaşım aracı kullanırken güvenli bir şekilde seyahat imkânı verdi.
Türkiye İçin Çıkarımlar
Türkiye’de son yıllarda yürütülen kentsel dönüşüm politikaları, ağırlıklı olarak deprem riski, yapı güvenliği ve mülkiyet odaklı yaklaşımlarla şekillenmiştir. Ancak şehirlerin gerçek anlamda “yaşanabilir” olabilmesi için dönüşümün sadece teknik değil, insan merkezli ve sosyal sürdürülebilirlik temelli olması gerekir.
Bu kapsamda Türkiye, uluslararası örneklerden esinlenerek aşağıdaki stratejik adımları benimseyebilir:
Planlama Süreçlerine Toplumsal Cinsiyet ve Erişilebilirlik Analizlerinin Entegrasyonu
Kentsel planlama ve dönüşüm projelerinde kadınların, çocukların, yaşlıların ve engellilerin kent deneyimini ölçen sosyo – mekânsal analizler zorunlu hâle getirilmelidir. Belediyelerin imar planı revizyonları ve kentsel tasarım rehberleri hazırlanırken, bu analizler veri temelli olarak uygulanmalıdır. Kadınların ve çocukların güvenli erişimi, gündelik yaşam rotaları ve toplumsal katılım düzeyleri proje öncesi “etki değerlendirmesi” raporlarına dahil edilmelidir.
Çocuk Dostu Kamusal Alan Standartlarının Geliştirilmesi
Türkiye’de parklar ve oyun alanları çoğu zaman sadece fiziksel aktiviteye yönelik; oysa çocuk dostu kent yaklaşımı, öğrenme, yaratıcılık ve sosyalleşmeyi de kapsar. Belediyeler, “çocuk dostu şehir” etiketine uygun kriterleri (yaşa göre oyun alanları, gölgelik, güvenli erişim, ebeveyn dinlenme alanları vb.) planlama rehberlerine dahil etmelidir. Okul çevreleri, kütüphane önleri, sahil aksları gibi gündelik kullanım alanları “oyunla öğrenme” modülleriyle yeniden tasarlanabilir.
Engelsiz Şehircilik Yaklaşımının Benimsenmesi
Mevcut erişilebilirlik yönetmelikleri çoğu zaman uygulamada kâğıt üzerinde kalmaktadır. Yeni konut, kamusal bina ve ulaşım yatırımlarında evrensel tasarım ilkeleri zorunlu hâle getirilmeli; projeler erişilebilirlik denetimi olmadan ruhsat alamamalıdır. Sesli sinyalizasyon, rampalar, dokunsal yüzeyler ve dijital yönlendirme teknolojileri, sadece engelliler için değil, yaşlılar ve ebeveynler için de yaşam kalitesini artıracaktır.
Yerel Yönetimlerde Sosyal Eşitlik Bütçelemesi
Belediyelerin yatırım bütçeleri, toplumsal cinsiyet ve sosyal kapsayıcılık temelli “eşitlikçi bütçeleme” sistemiyle yeniden yapılandırılmalıdır. Kadın, çocuk ve dezavantajlı bireyler için ayrılan kaynaklar, yalnızca sosyal hizmetler birimine değil; altyapı, ulaşım ve konut politikalarına da entegre edilmelidir. Böylece şehir yatırımları sadece teknik değil, sosyal getiri odaklı hale gelir.
Katılımcı Tasarım ve Ortak Karar Kültürünün Güçlendirilmesi
Planlama süreçlerine mahalle ölçeğinde kadın, çocuk ve engelli bireylerin doğrudan katılımı sağlanmalıdır. Üniversiteler, STK’ler ve yerel yönetimler arasında “kapsayıcı tasarım laboratuvarları” kurularak, yerinde çözüm üreten bir yapı geliştirilebilir. Bu katılım, yalnızca istişare düzeyinde kalmamalı; karar alma mekanizmalarına aktif temsil olarak yansıtılmalıdır.
Eğitim ve Farkındalık Politikaları
Şehir plancılarından mühendislere, mimarlardan belediye yöneticilerine kadar her düzeyde “toplumsal cinsiyet ve kapsayıcı şehircilik” eğitimi verilmelidir. Meslek odaları, planlama süreçlerinde kapsayıcılık ilkesini mesleki etik standardı hâline getirmelidir. Toplum genelinde farkındalık kampanyalarıyla, kadın ve çocukların kamusal alandaki varlığı normalleştirilmeli ve teşvik edilmelidir.
Ulusal Ölçekte Kapsayıcı Şehircilik Endeksi Oluşturulması
Türkiye genelinde şehirlerin toplumsal kapsayıcılık performansını ölçen bir “Kapsayıcı Şehir Endeksi” oluşturulabilir. Bu endeks; park erişimi, kadın istihdamı, çocuk güvenliği, engelli erişimi, toplu taşıma kullanımı gibi göstergelere dayanabilir. Böyle bir sistem, şehirler arası rekabeti sosyal fayda yönünde teşvik eder ve yerel yönetimlerde sürdürülebilir dönüşümü hızlandırır. Bu maddeler, Türkiye’nin kentsel geleceğini yalnızca fiziksel olarak değil; insani, adil ve bütüncül bir şehircilik anlayışıyla inşa etmesi için yol haritası niteliğindedir.
Kalkınmanın Yeni Dili: Duyarlı ve İnsan Odaklı Kentler
Kadınların, çocukların ve dezavantajlı grupların şehirdeki varlığı, bir toplumun gelişmişlik göstergesidir. Onların ihtiyaçlarına duyarlı bir şehircilik anlayışı; yalnızca mimari bir tercih değil, insan odaklı bir kalkınma modelidir. Dünyadan gelen örnekler bize gösteriyor ki: Gerçek dönüşüm, kentleri herkes için erişilebilir kıldığımızda başlar. Bu bakış açısı, Türkiye’nin kentsel geleceğini şekillendirecek en önemli vizyonlardan biri olmalıdır.
Kaynakça
(**) https://www.punt6.org/project-portfolio/5079/
(***) https://en.wikipedia.org/wiki/Micro_Yuan%27er_Children%27s_Library_and_Art_Centre






