İçindekiler
Bu kapsamda kentsel dönüşümün güncel mimariye ve şehirleşmeye etkilerini özet olarak ele almak istedim.
Kentsel dönüşüm; kentsel sorunların çözümünü sağlayan ve değişime uğrayan bir bölgenin ekonomik, fiziksel, sosyal ve çevresel koşullarına kalıcı bir çözüm sağlamaya çalışan kapsamlı bir vizyon ve eylem olarak tanımlanmaktadır. Benim de katıldığım daha detaylı bir tanımlama; kentsel gelişmenin toplumsal, ekonomik, mekânsal olarak yeniden ele alındığı ve kentteki sorunlu alanların sağlıklı, yaşanabilir hâle getirilmesi için yıkıp yeniden yapma, canlandırma için proje üretilmesi ve uygulama yapılmasıdır.
Günümüzde barınma problemlerinin ve konut – kira fiyatları krizinin ön planda olması sebebi ile kentsel dönüşümün sadece konut fonksiyonlu olabileceği ön yargısı oluşmuştur. Hâlbuki ülkemizde ve dünyadaki birçok önemli örneklerde olduğu gibi; şehir merkezi içinde kalan sanayi, liman, lojistik vb. farklı fonksiyonlu alanların turizm, ticaret, rekreasyon gibi farklı fonksiyonlara dönüşerek kentsel dönüşümü yapılabilmektedir.
Kentsel Dönüşümün Türkiye’deki Dönemsel İlerlemesi
Kentsel dönüşüm, Türkiye’nin mimarlık ve şehircilik tarihinin çeşitli dönemlerine olumlu ve olumsuz etkileri ile damga vuran bir olgudur. Kurucumuz Gazi Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde Cumhuriyet’in ilk yıllarında başlayan ve dönemin çok zor ekonomik şartlarına rağmen büyük bir özenle yürütülen planlama alanındaki atılımlar, nitelikli şehirciliğin ve özgün mimarlığın temelini attı. Bu dönem, yurt dışından davet edilerek gelen önemli mimarlar, mühendisler ve şehir plancıları ile Türkiye’de yetişen meslektaşlarının çabaları sayesinde şekillendi. O dönemde kısa süre içinde ortaya konan eserler, Ankara ve İstanbul gibi şehirlerin planlanmasında önemli adımlar atılmasını sağladı.
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarından 1950’lere kadar süren şehir planlamaları, yeni kurulan devletin modernleşme hedeflerine uygun olarak şekillenmiştir. Bu dönemde özellikle şehirlerin altyapısının güçlendirilmesi, sosyal ve kültürel mekanların oluşturulması, sağlık ve eğitim hizmetlerine erişimin kolaylaştırılması gibi hedefler doğrultusunda planlamalar yapılmıştır. Ancak Adnan Menderes dönemiyle birlikte bu planlamaların çehresi önemli ölçüde değişmiştir.
İstanbul, özellikle 1950’li yıllardan itibaren nüfus patlaması ve hızlı göçlerle karşı karşıya kaldığı için şehirde altyapı ve ulaşım sorunları yaşanıyordu. Bu durum, radikal bir kentsel dönüşüm sürecini zorunlu hâle getirmiştir.
Menderes’in kentsel dönüşüm projeleri; geniş yollar açma, meydanlar oluşturma ve şehri araç trafiğine uygun hâle getirme gibi hedefleri içermekteydi. Bu dönemin en belirgin projeleri Vatan Caddesi ile Millet Caddelerinin açılması ve çevre bölgelerin dönüştürülmesidir.
1950’ler Türkiye’sinde kentsel dönüşüm, şehri modernleştirme ve geniş caddelerle ulaşım sorunlarını çözme amacı güderken, İstanbul’un tarihi ve sosyal yapısına verdiği zararlar açısından da büyük tartışmalara neden olmuştur. Bu süreç, şehir planlamasının yalnızca fiziksel bir dönüşüm olmadığını; aynı zamanda sosyal, kültürel ve tarihi mirasın da korunmasını içeren çok boyutlu bir olgu olduğunu ortaya koymuştur.
1980’ler ve 90’larda serbest piyasa ekonomisine geçilmesi ve ona bağlı ekonomik büyüme ve köyden kente göçün artmasıyla birlikte şehirlerdeki konut talebi hızla yükseldi. Ancak bu süreç, ileride en önemli kentsel dönüşümlere altlık olacak şehir merkezindeki kaçak yapılaşmanın ve / veya imarlı da olsa hızlı yapılaşma baskısı nedeniyle kimliksiz, birbirinin kopyası binaların çoğalmasına yol açtı. Bu dönemde inşa edilen yapılar, az sayıdaki istisnalar haricinde; mimari anlamda değer taşımayan, şehirlere karakter katmayan ve çevresel etkileri dikkate almayan mahalleler oluşturdu.
1999 depreminin yıkıcı sonuçlarından sonra etkisi kısa süreli olan bilimsel ve şehircilik esaslarına dayalı mevzuat ile desteklenmeye çalışılan Emlak Konut ve TOKİ önderliğindeki kentsel dönüşüm faaliyetleri, sonrasında amacından saparak gayrimenkul geliştirme projelerine evrilmiştir. Bu dönemde özel sektör; kentsel dönüşüm için yeterince teşvik edilmediği için semt / sokak / ada bazında değil, bina ölçeğinde dönüşümler yaparak odağı sadece rant elde etmekle sınırlı kalan, mimari ve şehircilik değerleri açısından herhangi bir kaygı gütmeyen bir döngü içinde çalışmalarına devam etmiştir.
2023 yılındaki Kahramanmaraş depremleri sonucunda, çok acı bir biçimde mevcut yapı stokunun dayanıksızlığı, yetersizliği ön plana çıkmıştır. Kentsel dönüşümün yine başrolde olduğu son bir yıllık süreçte konu üzerine akademik tartışmalar alevlenmiş, bir yandan da acil konut ihtiyacını karşılamak için büyük bir inşaat seferberliği başlatılmıştır. Peki, bu defa kentsel dönüşümde hatalarımızdan ders alarak veya doğrularımızı tekrarlayarak ilerleyebilecek miyiz?
Niteliksiz ve Hatalı Kentsel Dönüşümün Mimari ve Şehirciliğe Etkileri
İstanbul’da Dolapdere ve Fikirtepe gibi bölgelerde kentsel dönüşümün olumsuz yönlerini görüyoruz. Bu bölgelerde, gecekondu ve niteliksiz yapılar konut, ofis ve çok işlevli binalara dönüştürülüyor ancak sosyal donatı alanlarının yetersizliği ve yüksek katlı yapıların doğru imar koşullarında inşa edilmemesi ile beraber hem yeni semt sakinlerinin hem de uzun yıllardır orada yaşan semt sakinlerinin yaşam kalitesini olumsuz etkiliyor. Fikirtepe gibi örnekler; şehrin nefes alınamayan, altyapı sorunlarıyla boğuşan, güneşi bile göremeyen alanlarına dönüşmüş durumda.
Fikirtepe örneğinde; arsa ve yapım maliyetlerinin yüksek oluşundan dolayı ekonomik olarak zorunluluk hâline gelen yüksek katlı yapılaşma, sosyal donatı alanlarını ezerek, deyim yerindeyse adeta ürkütücü bir görüntü oluşturuyor. Şu anda kimse bu görüntüden de bölgede yaşamak veya çalışmaktan da mutlu değil. Dolayısıyla kentsel dönüşüm projelerinde insan ölçeğinin göz önünde bulundurulması, sosyal donatı alanlarının artırılması ve şehir planlamasının sadece ekonomik değil, sosyal ve estetik kaygılarla da şekillendirilmesi gerektiği bir gerçek.
Bursa’da TOKİ’nin Doğanbey kentsel yenileme projesini hatırlayalım. Yakın zamanda yapılan çok büyük bir kentsel dönüşüm hatası olarak, şehrin kalbinde gerçek bir hançer şeklinde olumsuzluğun bir anıtıdır. Bu tip hatalar tekrarlanmamalı, şehirlerin kimliğini koruyacak ve yaşam kalitesini yükseltecek projelere odaklanılmalıdır. Kentsel dönüşüm bu bakış açısıyla ele alındığında, gayrimenkul sektörünün sağlıklı gelişimi için de büyük bir fırsat olabilir.
Çözüm Nasıl Olabilir?
Her bölgenin kendi mimari dilini oluşturması hem estetik hem de işlevsellik açısından büyük bir fırsat sunuyor. Geçmişte; Safranbolu, Cumalıkızık Evleri veya Kula Evleri gibi örnekler, coğrafyaya ve iklime uygun olarak şekillendirilmişti. Türk mimarisi rijit değildir, fonksiyonu izler. Anadolu’da her bölgede farklı iklim koşullarına ve ihtiyaçlara göre şekillenen geleneksel mimariyi iyi analiz etmek gerekir. Ancak bugün görüyoruz ki, 80-90’lar mantalitesi genelde devam ettirilerek, hatta tüm ülkeye yayılarak kimliksiz yapılaşma, tek tip site – apartman mantığı devam ediyor. Öncelikle bu mantık değişmeli, yeni arayışlara girilmelidir.
Antalya örneğini ele alalım; Antalya’da Rusya – Ukrayna savaşı sonrasında ve pandemiden kaynaklanan konut talebiyle birlikte hızlı / plansız inşaatlar, niteliksiz mimarileri ile fonksiyonları tam olarak karşılayamayan siteler yaratıldı. Yoğun göç alan şehir, artan talebin etkisiyle kent merkezindeki binaların da dönüşümü sonrasında tek tip apartman yapıları ile doldu. Halbuki şehrin mimarisi, bölgenin doğal güzelliklerine ve iklimine uygun olarak teraslar, kat bahçeleri ve yeşil alanlarla zenginleştirilebilirdi. Şehre taşınan insanlar burayı bir tatil beldesi olarak da gördükleri için gelmişlerdi. Pandemide sokağa çıkma yasakları sırasında bulundukları binadan çıkamadıklarında fark ettiler ki, dünyanın herhangi bir yerindeki apartman dairesinde yaşamak ile Antalya’da olmalarının hiçbir farkı yoktu. Ekonomik göstergelerin bozulmasıyla hızlanan etki ile tersine göç başladı ve Antalya’da şu anda kent merkezinde kısmen arz fazlası bulunmaktadır.
Kentsel Dönüşümde Yenilikçi Metodlar, Malzemeler ve Sürdürülebilirliğin Önemi
Türkiye’de inşaat sektöründe betonun hakimiyeti devam ederken, sürdürülebilir malzemelerin kullanımının yaygınlaştırılmaması da önemli bir soruna işaret ediyor. Dünyada ahşap, çelik ve doğal taş gibi malzemeler üzerinden yapılan yenilikçi denemeler ve sürdürülebilirlik odaklı yaklaşımlar giderek önem kazanıyor. Ancak Türkiye’de bu malzemelerin kullanımı sınırlı kalıyor. Lüks segmentte yer alan sınırlı sayıda özgün işlerde ustaca deneysel çabalar görülmekle birlikte orta segmentte yine klasik tek tip inşaat mantığı devam ediyor. Bu durum, genel segmentin, orta gelir düzeyindeki insanların, hâlâ mimari karakterden yoksun, monoton binalara mahkum olmasına neden oluyor. Deprem tehlikesi de dikkate alındığında en hızlı çözüm olarak yine kişiliksiz binalar ve siteler yapılması ile kısır döngü devam ediyor.
Pandemi sonrası doğayla daha fazla iç içe, farklı mimari çözümlere yönelme isteği ortaya çıktı. Bu ihtiyaç, “tiny house” furyası ile kendini gösterdi. Nitelikli yaşama çeşitli sebeplerden ulaşamayan orta gelir düzeyi ve genel segmentte yer alan kesim için çok uygun bir seçenek hâline geldi. Ancak bu furyanın plansız şekilde tarım arazilerini kullanması, ekonomik ve çevresel sorunlara yol açtı. Tiny house projeleri, mevzuat eksiklikleri nedeniyle doğru alanlarda geliştirilmediği için kontrolsüz bir şekilde artarak birçok tarım arazisinin de zarar görmesine neden oldu. Gerekli yasal düzenlemelerin acilen oluşturulması ve gelişmeye açık olan bu yeni sektör alanında ilerleme sağlanması gerekli görünüyor.
Gelecekte hem sürdürülebilir malzemelerle hem de doğru mevzuatlarla daha dengeli, çevreye saygılı, her gelir grubuna hitap eden projeler geliştirilmesi, Türkiye’nin inşaat sektöründe öncelikli hedefi olmalıdır.
Kentsel Dönüşümde Fonksiyon Dönüşümünün Önemi
Kentsel dönüşüm; başta da vurguladığım gibi, sadece konuttan – konuta şeklinde olmamakta, ticariden – konuta, konuttan – ticariye, konuttan – turizme gibi çok farklı fonksiyonların dönüşümü şeklinde de devam etmektedir. Pandemi sırasında uzun bir süre atıl kalan ve talep görmeyen ofis binalarının konuta dönüştürülmesi süreci, şehirleşme ve kentsel dönüşüm dinamikleri için de giderek daha önemli bir konu hâline geliyor. Pandemi sonrası boş kalan ofislerin konuta çevrilmesi, hızlı bir çözüm gibi görünse de mevcut yapıların konut olarak yeniden işlevlendirilmesi sırasında önemli alan kayıpları meydana geliyor. Bu kayıplar, özellikle metropollerdeki yüksek arsa ve inşaat maliyetleri göz önünde bulundurulduğunda, sürdürülebilir bir çözüm sunmuyor.
Konut ve ofis arasındaki işlevsel farklar, örneğin kaçış yolları, asansör ve merdiven düzenlemeleri, yaşam alanlarının ihtiyaçlarına göre yeniden tasarlandığında, ciddi metrekare kayıplarına neden oluyor. Fonksiyon dönüşümleri sırasında değer gören yapılardaki ortak özellik olarak tasarımın çok fonksiyonlu ve esnek olması gerekliliği önem kazanıyor. Ayrıca, bu dönüşümler sırasında modern ve geleneksel mimariyi birleştiren, sürdürülebilir malzemelerle yapılan yapılar daha avantajlı olabilir.
Bu tarz dönüşümler sadece estetik veya fonksiyonel bir zorunluluk değil, aynı zamanda alanların verimli kullanımı ve enerji kaynaklarının daha etkin değerlendirilmesi açısından da kritik bir yaklaşımı gerekli kılıyor. Mimari tasarım alanında dünyada ve ülkemizde çok güzel örnekler verilirken, özellikle dönüşüm uygulamalarında yeniliklere kapalı olarak sadece hız ve ekonomi dikkate alınarak daha ne kadar ilerleyebiliriz?
“Şehirlerin Kimliğine Uygun, Sürdürülebilir ve Çok Fonksiyonlu Yaşam Alanları Geliştirilmeli”
Türkiye’de genel olarak kentsel dönüşüm projeleri ve güncel inşaat sektörü, gayrimenkul piyasasında hem yeni açılımlar hem de yeni sorunlar yaratıyor. Mevcut yapıların ve fonksiyonların dönüştürülmesi esnasında piyasada bir hareketlilik sağlanmakla birlikte niteliksiz çalışmaların çoğunlukta olmasından dolayı sosyal ve ekonomik eşitsizliklerin derinleşmesi ihtimali güçleniyor. Bu da yaşam standardının düşmesine ve mimarlık alanında çok büyük ilerlemeler kaydedilebilecekken fırsatın kaçmasına sebep oluyor.
Özetle; yaşanılan konut krizi ve kentlerde imarlı yeni alanların oluşturulamaması bir sorundur. Mevcut yapıların afete dayanıklı hâle getirilmesi, yeniden inşa edilmesi, güçlendirilmesi veya fonksiyon değişiklikleri yapılması ile vasfını yitiren fonksiyonların ihtiyaç olan fonksiyonlara dönüşümleri gereklidir. Bu açıdan Türkiye tarihinde yeni bir inşaat hamlesi ile karşı karşıyayız. Bu hamle, geçmişte yapılan hataları tekrarlamadan şehirlerin yeniden kimlik kazanması için bir fırsat olarak görülmelidir.
Sürdürülebilir doğal malzemeler ile geliştirilen ve desteklenen yenilikçi mimari denemelere yol açacak şekilde mevzuat düzenlemeleri yapılmalı, teşvik sağlanmalıdır. Şehirlerin kendi karakteristiklerine uygun, dönüştürülebilir, sürdürülebilir çok fonksiyonlu yaşam alanları geliştirilmelidir.