İçindekiler
16. Yüzyıl Şehircilik Sorunlarına Kısa Bir Bakış
II. Selim zamanında Ayasofya bölgesindeki yasal olmayan yapıların yıkımı için Mimar Sinan ve kalfaları görevlendirilmiştir. Aynı anda Edirne Selimiye Camii inşaatında bulunmak zorunda kalan Sinan’ın kalfalarına yazdığı mektup beni çok etkiler. Elif Şafak’ın “Ustam ve Ben” kitabında bu mektubu Mimar Sinan’ın dilinden şu şekilden dinleyebiliriz;
“Yalnız şunu unutmayın ki şehirler de insanlar gibidir. Öyleyse sadece taştan ve ahşaptan yahut sokaktan ve abideden müteşekkil değiller. Onların da yüreği, beyni, midesi, ciğerleri var. Onlar da yaralanır ve kanar. Yapılan her gayrimeşru bina İstanbul’un kalbine çakılmış̧ bir çividir. Her yangın ciğerlerine is doldurur. Bir şehre, tıpkı bir masuma merhamet ettiğiniz gibi acıyabilmeniz lazım. Yoksa dengeli kararlar alamayız. Herkes her yere inşaat kondurmak isteyebilir ama bu İstanbul’u üzere, incitir, bitirir. Buna hakkımız var mı? Şehirlerin dertlerini anlatmaya dilleri yok. Seslerini biz duymazsak kimse duymaz. Allah muvazenenizi daim kılsın.
Naçiz Saray Mimarlarının Başı, Marangozlar Piri Habib-i Neccar’ın çırağı Fakir Sinan”
Görüldüğü üzere günümüzdeki şehircilik sorunları aslında çok eskilere dayanmaktadır. Söz konusu dönemde tarihi eserleri koruyan bir politika bulunmamakta, yeni bina yapmak isteyenler mevcut tarihi eserlere zarar vererek bu ihtiyaçlarını gidermeye odaklanmaktaydı. Yapılan araştırmalarda incelenen tarihi kaynaklara bakıldığında; bahçesine kuyu açmak isteyen bir vatandaşın Ayasofya’nın temellerine zarar vermesi gibi birçok yanlış uygulamanın ve denetimsizliğin olduğu görülmektedir. Öyle ki ulemanın dönemin tarihi eserlerinin (Bizans döneminden kalan köprü ve yapıların) onarılmasını kafirlikle eşdeğer görmesi şehir plancılığı ve yapılaşma açısından sorunun ne kadar büyük olduğunu göstermektedir. Yıllar geçtikçe köylerden kentlere göç arttıkça bu sorun katlanarak artmaya devam etmiştir. Bu durum zaman içerisinde kentsel dönüşüm kanunlarının ortaya çıkmasına sebep olmuştur.
Kentsel Dönüşümlerde Kullanılan Araçlara İlişkin Mevzuatta Yer Alan Kanunlar
- 2005 yılında ilk kez 5393 sayılı Belediye Kanunu‘nun 73. Maddesi ile kentsel dönüşüm yapma yetkisi belediyelere verilmiştir.
- 5366 sayılı Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanun
- 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu
- 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu
- 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki Kanun: 31.05.2012 tarihinde yürürlüğe giren bu kanun ülkemizde bugüne kadar kentsel dönüşüm alanında en kapsayıcı yasal düzenleme olmuştur. Söz konusu kanunun yürürlüğe girmesini tetikleyen en önemli faktör hiç kuşkusuz ki 17 Ağustos 1999’da yaşanan deprem felaketidir. Bu kanun, başta İstanbul olmak üzere tüm ülkede yasa dışı yapılaşmış, ekonomik ömrünü dolduran yerleşim alanlarına müdahaleyi amaçlamıştır. Söz konusu kanunla ilk defa “riskli alan”, “rezerv yapı alanı”, “riskli yapı” gibi kavramlar gündeme gelmiştir.
Fikirtepe Kaosu ve İnatçısı
Kanun kapsamında 2013 yılında riskli alan ilan edilen Fikirtepe’yi hemen hatırlarız. Söz konusu bölgede çalışmalarla aslında 2005 yılında başlayan bir kentsel dönüşüm süreci bugün hâlâ devam etmektedir. Söz konusu alan sanayinin, Hasanpaşa Otosan fabrikası ve çeşitli tamircilerin, küçük üreticilerin bulunduğu eski Hasanpaşa semtine oldukça yakın konumlanmaktadır. Bu sebeple tarih boyunca özellikle köylerden kentlere başlayan yoğun göç dönemlerinde en fazla tercih edilen bölgelerden olmuştur. Nitekim eski Fikirtepe kaçak yapılaşmaların olduğu, gecekondu bölgesi olarak bilinmektedir. Tüm bunların yanında konumu itibarıyla avantajlı olması; semti dönüşüme acil ihtiyaç olan bölgelerden biri hâline getirmiştir. 1984 yılında çıkarılan 2981 sayılı yasa ile gecekondular yasallaşmış, akabinde 1991 tarihindeki Islah İmar Planı ile gecekondu sahipleri tapularına kavuşmuştur. İşte tam da bu durum 2000’li yıllarda kentsel dönüşüm aşamasında anlaşma, hukuki ve plancılık açısından büyük sorunlara sebep olmuştur.
İlk uygulamalarda bölgedeki arsalara yüksek emsaller verilerek gereğinden fazla inşaat alanları oluşturulmuştur. Müteahhitler arasında bir iş birliği yaratılamamış, genelde ada bazında dönüşümler başlamıştır. Ancak bu durum genel şehir plancılığı açısından bakıldığından birbirinden bağımsız fazla katlı, çok bağımsız bölümlü yapılara sebep olmuştur. Hâl böyleyken bölge esas olarak yaşanabilir bir kentte olması gereken yeşil alan, sosyal alanlar gibi kavramlardan uzaklaşmıştır. Mal sahipleri de bölgeye müteahhitlerin akın etmesi sonucu sadece kendi kazançları açısından müteahhitlerle anlaşma yoluna gitmek istemişlerdir. Bölgede yerel halk ve müteahhitlerin baş başa bırakılması, yerel yönetimlerin ara bulucu, yol gösterici olmaması süreci daha da zorlaştırıp taraflar arasında güvensiz bir ortam oluşmasına zemin hazırlamıştır.
Kanun kapsamından 3’te 2 anlaşma şartı bulunmakta olup, bu konuda sıkıntılar büyümekteydi. 04.05.2014 tarihli habere göre “Fikirtepe İnatçısı” olarak adlandırılan vatandaş müteahhit firmayla anlaşmadığı için 31 dönümlük arazinin ortasında yıkılamayan bir yapı kalmıştı. Sonrasında da bu inatçıların (!) sayısı artmaya devam etti. Son duruma bakıldığında 2023 yılında Fikirtepe kentsel dönüşüm projesinin üçte biri tamamlanmıştır.
Tiny Houselar Yeni İnatçılara Dönüşür mü?
Tiny House 2008 yılında küresel krizin patlak vermesiyle batı ülkelerinde yaygınlaşırken, ülkemizde 2019 pandemi döneminde ortaya çıkmıştır. Kelime anlamı “küçük ev” demek olan tiny houseların aslında kendilerine has felsefeleri ve tarzı bulunmaktadır. Özellikle son yıllarda popülerleşen minimalist yaşamı esas alan çevre dostu bir kültür bu.
Tiny house temelde; taşınabilir olması, doğaya uyumlu olması, ekonomik olması ve farklı yerlerde yaşama ve seyahat etme özgürlüğü ile ön plana çıkmaktadır. Ancak şu anda ne yazık ki ülkemizde amacından farklı kullanıldığı ve uzun vadede bu amaçlarla tamamen çatışan bir misyon oluşturabileceği kaçınılmazdır.
Ülkemizde şu anda bu evlerin şehir içindeki kullanımı ve taşınabilirliği konusunda belirli bir yasal düzenleme bulunmamaktadır. Normal şartlar altında taşınabilir olduğu için Karayolları Yönetmeliği’ne uygunluğu esastır. Günümüzde denetimi pek de yapılmayan bu evler için üzerine konuşlanacağı arazinin yasal durumu oldukça önemlidir. Ayrıca toplu olarak yapılan küçük evler tarım arazileri için risk yaratabilmektedir.
Tarım Arazilerini Bekleyen Tehlike
Tarım arazilerinin kooperatif veya benzeri şekillerde bölünerek satılması, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu’na aykırıdır. Kanun, tarım arazilerinin korunması ve sürdürülebilir şekilde kullanılmasını amaçlamaktadır.
Kanun’un 3. maddesi; tarım arazisi, toprak koruma ve arazi kullanım planlarını açıklamaktadır. Tarım arazisi, tarım yapılan ve tarımsal üretime uygun, toprak ve topografya özellikleri bakımından tarımsal üretim potansiyeline sahip araziler olarak tanımlanmıştır. Toprak koruma ise; toprakların doğal, fiziki, kimyasal ve biyolojik özelliklerinin ve üretkenliğinin korunmasını belirtmektedir. Arazi kullanım planları ise bu bağlamda tarım arazilerinin sürdürülebilir kullanımını sağlamak amacıyla hazırlanmaktadır.
Aynı kanunun 14.,20. ve 21 maddelerinde ise tarım arazilerinin yasa dışı kullanımlarına karşı yapılacak yaptırımlardan bahsedilir. Buna göre yaptırımlar; idari para cezaları, yıkım ve hapis cezalarını kapsamaktadır.
Dolayısıyla asıl amacı “tarım” olan arazilerin bu amaç dışında sadece tiny house olarak kullanılması yasaya aykırı olup doğanın doğal ahengini sekteye uğratmaktadır. Buna sebep olmak her dünya vatandaşının yapmaktan kaçınması gereken en önemli bilinç seviyesidir. Tarım arazilerinin tarım yapmaya engel olacak şekilde bölünerek satılması ve bu arazilere tiny house yerleştirilmesi yasalara aykırıdır. Esas hedef ekolojik tarım alanları ve sürdürülebilir yaşam olmalıdır.
İmar Mevzuatı Açısından Tiny Houselar
Söz konusu mevzuata göre herhangi bir yapı inşa edilmeden önce o arazinin imar planına uygun olup olmadığına bakılmalıdır. İmar Kanunu’nun 51, 18. ve 32. maddeleri imarlı ve imarsız arsa ayrımı konusunda belirleyicidir. İmar planlarına aykırı yapılaşma hukuki yaptırımlar ve yıkım kararlarıyla sonuçlanabilir. Sonuç olarak, imarlı arsalara mobilite / hareket özelliğini yitirecek bir tiny house yapılacaksa belediyeden gerekli izinleri alması zorunludur. Tarım arazilerinde ise tarımsal faaliyetlerle entegre şeklinde ilgili bakanlıklardan alınacak özel izinler kullanılmalıdır.
Konuyla ilgili yakın zaman önce 23.05.2024 tarihli mahkeme kararına göre, Edirne Erikli’de tiny house projesinin yasal düzenlemeye aykırı olarak tarım arazileri üzerinde inşa edildiği tespit edilmiştir. Bunun sonucunda kooperatif sahipleri tarafından yıkılmak ve taşınmak zorunda kalmıştır. Edirne Valiliği’nin konuya istinaden yaptıkları açıklamada, tiny house adı verilen yapıların römork oldukları ve araç niteliğinde sayılmaları gerektiği, ancak mahkeme kararına göre, tiny house nitelikli yapının römork olmadığı, İmar Kanunu 5. madde kapsamında yapı olduğu ve davacının herhangi bir ruhsat başvurusunda bulunmadığı, mevcut durumu yapılan ilave imalatlarla konut niteliğine dönüştürüldüğü belirtilmektedir.
Önümüzdeki dönemde de tiny houselar başımıza ne gibi dertler açacak, göreceğiz. Bu evler amacına uygun olarak: “Doğaya saygılı, az tüketim” şeklinde kullanılmadığında birçok sorun gündemimize gelecektir. Vurgulamak istediğim husus; 16. yüzyıldan 2012 tarihli Kentsel Dönüşüm Kanunu ve bugüne geldiğimizde şehir planlama ve yapılaşma olarak esas problemimizin hazırlık yapılmadan, sorunlar belirdikçe süreçleri yönetmeye çalışmamızdır. Aslında ülke menfaati için yapılan her bir yasal düzenleme, sürecin en başından doğru bir program ve zamanlama ile olduğunda daha anlamlı ve etkili olacaktır. Örneğin tiny house bölgeleri devlet tarafından önceden belirlenip vatandaşa sunulabilir. Bunun dışında tarım arazilerinde tiny houseların yanında tarım yapma zorunluluğu getirilebilir. Taşınabilir araç statüsünde olan tiny houseların arazi üzerinde konumlanacağı süre devlet tarafından belirlenip, süre sonunda devlet tarafından belirlenen farklı arazilere yerleştirilebilir.
Kentsel dönüşüm konusunda Fikirtepe örneğinde sürecin başında hak sahipleri ve müteahhitlerin kendi hâllerine bırakılması, yerel yönetimlerin çok da fazla sürece dahil olmamaları dönüşümü karmaşık ve içinden çıkılmaz hâle getirmiştir. Önümüzdeki süreçte de kontrolsüz ve denetimsizce ilerleyen tiny house konusunda aynı sorunları yaşamamak için bugün önlem almak mecburiyetindeyiz. Vatandaşıyla, kamu kuruluşlarıyla, STK’leriyle el ele verip birbirimizin sesi olmaktan başka çaremiz yok.
Koca Sinan’ın dediği gibi, “Herkes her yere inşaat kondurmak isteyebilir ama bu İstanbul’u üzer, incitir, bitirir. Buna hakkımız var mı? Şehirlerin dertlerini anlatmaya dilleri yok. Seslerini biz duymazsak kimse duymaz. Allah muvazenenizi daim kılsın.”