İçindekiler
Yıldız Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Şükrü Ersoy ile olası Marmara depremi, afet öncesi risk yönetimi, depremle beraber İstanbul’da yaşanabilecek tsunami tehlikesi ve afetlerde rolü olan iklim değişikliğinin toplumsal bilincine dair konuştuk.
Beklenen büyük Marmara depremi hakkında, “Bu konu aynı zamanda millî güvenlik sorunu. Çünkü İstanbul sadece Türkiye ile ilgili bir sorun yaratmaz. İstanbul ya da Marmara’daki bir deprem kıtalar arası sorun yaratarak buradaki tedarik köprüsünün bozulmasına yol açar. Sonrasında ciddi bir ekonomik kayıp ve insan kaybı yaşanabilir.” diyen Prof. Dr. Ersoy, bu konudaki risk yönetiminin devletin tüm paydaşları ile ortak şekilde yapılması gerektiğini vurguluyor.
Afet Öncesi Doğru Risk Yönetimi Süreci
Olası depremler karşısında kritik öneme sahip olan afet öncesi risk yönetimi sürecini genel hatlarıyla çerçevelendirir misiniz? Bu kapsamda alınabilecek proaktif önlemler nelerdir?
Öncelikle şunu söylemek gerekiyor, Türkiye bir deprem ülkesi. Bir deprem gerçeğimiz var. Bu gerçek karşısında da önlemler almamız gerekiyor. Bunları “risk yönetimi” ve “kriz yönetimi” olmak üzere ikiye ayırabiliriz. Ülke olarak kriz yönetiminde yani afet meydana geldikten sonra yapılan çalışmalarda daha iyiyiz. Bu da o işin daha popüler olmasından kaynaklı. Hâlbuki proaktif olarak, yani afet meydana gelmeden önce yapılacak çalışmalar daha kıymetli ve daha önemli. Aslında 2009 yılında kurulan Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) bu amaçla kuruldu. AFAD, eski stratejileri terk edip yeni stratejiler karşısında proaktif olmayı sağlayan, risk yönetimine, afetlerde göreceğimiz zararları azaltmaya yönelik çalışmalara önem veren bir yaklaşım sergiledi ama bu kağıt üzerinde kaldı. Ciddi bir risk yönetimimiz yok. Bu, 6 şubat günü yaşadığımız son depremde de kendini gösterdi. Bizim afet öncesi risk yönetiminden algıladığımız sadece kağıt üzerinde. Uygulamaya yönelik pek fazla bir şey olmadığı ortaya çıktı.
6 Şubat Kahramanmaraş Depremleri’nden ders almak gerekiyor. Çünkü böyle büyük depremler ülkemizde yine olacak. Dolayısıyla oradan ders çıkarırsak belki risk yönetimini daha iyi yapabiliriz. Birincisi bu risk yönetiminde aileden karar vericilere kadar geniş bir topluluk var. Aile planınızın olması gerekiyor, mahalle planınızın olması gerekiyor, ülke planınızın olması gerekiyor. Belediyelerin kendine ait planlarının olması gerekiyor. Hükûmetin bu alanda planlarının olması gerekiyor. Yani risk yönetimi sadece riski yönetecek olan idarecilerden ibaret değil. Bütün paydaşlarının bu işin içinde olması gerekiyor. Aksi takdirde sizin hazırladığınız planlar mükemmel planlar olsa da tozlu raflarda kalır ve uygulamaya yönelik olamaz. Dolayısıyla halktan kopuk, vatandaşın bilmediği planlar işe yaramaz. Bizim bu planları bütün paydaşlarla birlikte hazırlayıp yürütmemiz gerekiyor.
Türkiye’deki Kentsel Dönüşüm Çalışmaları Depremler Karşısında Yeterli mi?
Beklenen büyük Marmara depremi ile ilgili “100 bine yakın binanın yıkılacağını ya da ağır hasar alacağını tahmin ediyoruz. Bu nedenle İstanbul depremi Türkiye için bir millî güvenlik sorunu teşkil ediyor.” şeklinde bir söyleminiz bulunuyor. Bu çerçevede bir deprem ülkesi olan Türkiye’deki dönüşüm çalışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kentsel dönüşüm çalışmaları gecikmiş bir projenin parçası. Sanıyorum 2011’de başladı kentsel dönüşüm çalışmaları. Fakat en azından İstanbul ve Marmara’da bu sağlıklı yürümedi. Yani 24 yıldan beri yapılanların yeterli olmadığını düşünürsek hayli eksiğiz. Çünkü depremler sizi beklemeyebilir.
Her an büyük İstanbul depremi dediğimiz deprem meydana gelebilir. Bu sırada elimizde ne var? Elimizde ciddi bir yapı stoku var. Sanıyorum 5 milyona yakın bağımsız bölüm var İstanbul’da. Yani bu da bina sayısı olarak 2 milyona yakın. Bir de İstanbul diye düşünmeyelim. Marmara olarak düşündüğümüzde 8 – 10 ilin toplamıyla birlikte 28 – 30 milyonluk bir nüfus var. Sadece nüfus ve yapılardan ibaret değil ki İstanbul. Başka neleri var? Sanayi tesisleri var ve gayri safi milli hasılanın önemli bir kesimi buradan elde ediliyor. Yani İstanbul tüm Türkiye’ye bakabilir ama Türkiye’nin İstanbul’la bakması o kadar kolay bir şey değil. Bu anlamda kentsel dönüşüm oldukça gecikmiş bir proje. Ama hiç değilse neresinden bakarsanız bakın bir an önce başlamamız gerekiyor. Çünkü önümüzde ne kadar sürecin olduğunu bilmiyoruz. Belki on yıllar, belki yarın olacak. Ama biz artık korku ve kaygı sürecini bitirip bir an önce bütün dinamiklerimizi, gücümüzü ve potansiyelimizi hayata geçirerek bu işi halletmek için kararlılıkla sürdürmemiz gerekiyor.
Bu konu aynı zamanda millî güvenlik sorunu. Çünkü İstanbul sadece Türkiye ile ilgili bir sorun yaratmaz. İstanbul’daki bir deprem ya da Marmara’daki bir deprem kıtalar arası bir sorun yaratır ve kıtalar arası köprünün yıkılmasına, tedarik köprüsünün bozulmasına yol açar. Sonrasında ciddi bir ekonomik kayıp ve insan kaybı yaşanabilir. O yüzden kentsel dönüşümün zayıf yürümesini hızlandırmamız gerekiyor.
Olası Bir Tsunami Öncesi ve Sonrasında Nasıl Hareket Edilmeli?
İstanbul’da meydana gelebilecek bir depremde tsunami tehlikesinin olduğunu da belirtiyorsunuz. Olası bir tsunami öncesinde yerleşim birimleri açısından nasıl hareket edilmeli?
Öncelikle Marmara Denizi’nin içerisinde büyük bir depremden söz ederken “deprem ve tsunami” diye düşünmek gerekiyor. Çünkü tarihsel süreçler içerisinde Marmara kıyılarında önemli tsunami vakaları var ve bunlar son derece yıkıcı olmuş. Üstelik en son 1894’te Osmanlı döneminde bir deprem var. Sanıyorum 6.8 büyüklüğünde ve Doğu Marmara’da. Bunda da Kartal ile Avcılar arasındaki dalga hareketlerinden söz edilir. Şimdi yapı stoku çok genişledi. Kıyılarımızda pek çok yapı var ve insanlar burada ikamet ediyor. Dolayısıyla şimdi ya da deprem sonrası oluşabilecek bir tsunami kıyılarımıza ve kıyılarımızdaki yapılara daha çok zarar verebilir. Bu da en az deprem kadar hasar yaratabilir.
Şunu kabul etmek gerekiyor, “Marmara Denizi bir iç denizdir, tsunami olmaz” yaklaşımı bir şehir efsanesi ve doğru değil. Ben aynı zamanda bir tsunami uzmanıyım. Marmara kıyılarındaki tsunamiyi hem tarihsel kayıtlardan biliyoruz hem de kazarak ortaya koymuş durumdayız. Zaten artık bu gerçek kabul edildiği için İstanbul Büyükşehir Belediyesinin de Japonlarla ve yerli araştırmacılarla yaptığı 50’ye yakın tsunami senaryosu var. Marmara kıyılarında kaç metre yüksekliğinde dalga olur, nerelere kaç dakikada gider, bütün bunların senaryoları var artık. Artık sakınım planları da yapılıyor kıyılarda. Büyükçekmece’den başladı bu. “Burada tsunami tehlikesi var” diye bir yazı var, “tsunami anında şu tarafa kaçın” diye tabelalar var.
Tsunamide kıyıdan sular çekildiği zaman karadaysanız karanın içine ve yükseğe doğru gideceksiniz. Eğer denizde bir tekne içinde dolaşıyorsanız kıyıya gelmek yerine açık denize giderseniz hem depremden hem tsunamiden korunabilirsiniz. Bu anlamda kıyılardaki deniz yapılarının da güçlendirilmesi gerekir. Çünkü İstanbul çevresindeki deniz yolları aynı zamanda bizim için afette ulaşım yolları olacaktır. O bakımdan tsunamiyi de risk planları içerisinde düşünüp kıyıların tekrardan mekânsal olarak planlanması gerekmektedir.
İklim Değişikliğinin Önüne Geçmede Toplumsal Bilincin Rolü
Afetlerin meydana gelmesinde ciddi rolü olan iklim değişikliğinin önüne geçmede toplumsal açıdan kalıcı bir bilinci nasıl oluşturabiliriz?
Birincisi yerleşim yerlerinin planlanmasında sıkıntılarımız var. Bunda karar vericiler başrol oynuyor ve hataları büyük. Yani bugüne has bir şey değil bu durum. Cumhuriyet tarihinin son 50 yılında tüm hükûmetler siyasi imtiyazlar uğruna dere yataklarında, heyelan ve deprem bölgelerinde yerleşime izin verdi. Bu memlekette Cumhuriyet tarihinde 20’den fazla imar affı var. Bunlar yanlış uygulamalardı. Nitekim siz bir akarsu yatağının üzerine okul, cami ya da hastane yaparsanız vatandaş yerleşir. Çünkü bu, “Ben size devlet güvencesi veriyorum, siz buraya yerleştirebilirsiniz” demektir. Zarar görürse bunda vatandaşın suçu olmaz. Çünkü vatandaşın sel yatağını bilmek gibi bir zorunluluğu yok. Bunu karar vericiler vatandaşı adına kendisi ayarlar, planlar, buna göre izinler verir. Çünkü biz sosyal hukuk devletiyiz. Hiçbir vatandaşımıza öl diyemeyiz. Bunun için de belediyeler gibi önceden planlananları uygulayıcı kurumlarımız var. Bunlar devlet adına yapıların yapılması ya da yerleşim planlanması gibi şeylere bakarlar. Bu konularda eksik olursak gayet tabi biz afetlerde zarar görmeye devam ederiz.
Bir defa zihniyette, yaklaşımda ve stratejide bir değişiklik yapmak gerekiyor. Aksi takdirde afetlerden zarar görmeye devam ederiz. Kayıplarımız büyük olur. Bence dünyanın en büyük kumarı bir planınızın olmamasıdır. Bir deprem en fazla birkaç dakika sürüyor fakat sonunda kumarda kaybediyorsunuz. Ne kaybediyorsunuz? 6 Şubat Depremi’nde 100 milyar dolardan söz ediliyor. 100 milyar doların bir ülkenin kalkınmasında kullanılacağı alanları düşündüğünüzde bu müthiş bir potansiyeldir ve siz bunu bir kumarda kaybediyorsunuz. Bu kumarı artık oynayalım.