İçindekiler
Gayrimenkul sektörünün önde gelen isimleri, 4 – 5 Ekim 2023 tarihlerinde Yıldız Teknik Üniversitesi Davutpaşa Kongre ve Kültür Merkezi’nde “Sürdürülebilir Dönüşüm” temasıyla düzenlenen Yapılarda Dönüşüm Zirvesi’nde buluştu.
Yıldız Teknik Üniversitesi ve Odaklı Grup iş birliği ile gerçekleşen etkinlikte gayrimenkul sektöründe gelecek projeksiyon, kentsel dönüşüm ve sürdürülebilir yapıların yanı sıra 6 şubat tarihinde gerçekleşen ve 11 ili etkileyen depremin ardından yapılanlar ve alınan önlemler hakkında değerlendirmeler paylaşıldı.
İşte etkinliğin öne çıkan başlıkları:
Kenan Aracı: “Sürdürülebilir Binalara Odaklanmalıyız”
Etkinliğin açılış konuşmasını yapan Türkiye İnşaat Malzemesi Sanayicileri Derneği (Türkiye İMSAD) Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Kenan Aracı, deprem gerçeği karşısında enerji verimli yapıların sayısını artırmak için sürdürülebilir binalara odaklanmanın önemine değinerek şunları dile getirdi:
Şehirleşme oranının sürekli arttığını dikkate alarak, yarının ihtiyaçlarını göz önünde tutan, vizyoner imar planlaması ile daha iyi tasarlanmış; çevre, sağlık, kültür, ulaşım, sosyal ve idari altyapıları ile yaşanabilir şehirler ve bu şehirlerden oluşan bir dünya yaratmalıyız.
Diğer yandan deprem gerçeği nedeniyle güvenli yapı stoku ihtiyacımız her geçen gün artıyor ve maalesef zaman giderek daralıyor. Tüm Türkiye’yi yasa boğan 6 Şubat Depremi’nde yaşadığımız kayıplar, önleyici tedbirler kapsamında güvenli binalara sahip olmamızın ne denli hayati önem taşıdığını, önceliğimizin can ve mal güvenliği olduğunu bir kez daha hatırlattı.
Görüyoruz ki binalarımızın yüksek risk taşıması, en başta dönüşümün hızlandırılması ve güçlü yapılara kavuşmamız için daha birçok adımın atılması gerektiğine de işaret etmekte. Deprem bölgesinde yer alan ülkemiz binalarını üç grupta kategorize edersek; kesinlikle yıkılması gereken binalar, güçlendirilerek kullanılabilecek durumda olan binalar ve hâlihazırda deprem riski olmayan binalar olarak sıralayabiliriz.
Tüm şehirlerimizde depreme dayanıklı, enerji verimli yapıların sayısını artırmak için sürdürülebilir binalara odaklanmalıyız. Depreme hazırlık, şu an için atacağımız öncelikli adım olmalı.
Ramadan Kumova: “İstanbul’un Marka Değerini Yükseltmeliyiz”
Konut Geliştiricileri ve Yatırımcıları Derneği (KONUTDER) Yönetim Kurulu Başkanı Ramadan Kumova, İstanbul’un marka değerine vurgu yaptığı konuşmasında şunları dile getirdi:
Biz dönüşüm başlığına farklı bir bakış açısı getirerek bu dönüşümün İstanbul’un marka değerine nasıl bir katkı sağlayabileceğini ortaya koymak istiyoruz. İstanbul Üniversitesinde öğretim üyesi olan bir arkadaşımın başkanlığında yakın zamanda bir toplantı yapıldı. Bu toplantıya kamu kurum ve kuruluşları, STK temsilcileri, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı ve bakanlığın yurt dışındaki temsilcilikleri de dahil olmak üzere çok sayıda katılım oldu. Toplantıda İstanbul’un marka ruhu şu kelimelerle betimlendi: ‘İstanbul; kendisine has, ikonik, özgür ve büyüleyicidir. Hayat dolu, asil, aydınlık ve ilham verici bir şehirdir. İstanbul’un marka kişiliği, diğer bir deyişle ayırt edici karakteristik özelliği İstanbul’un özgüvenli, güçlü, şaşırtıcı, sıcakkanlı yenilikçi ve çekici olmasıdır. Ahenklidir, bilgedir, dinamiktir, kutsal ve kadim bir şehirdir.’
Bu saptamalardan hareketle nasıl bir şehir inşa edelim ki İstanbullu olmaktan mutluluk duyulan, şehirlisini motive eden, ona coşku ve enerji veren bir hâle getirelim İstanbul’u ve yapılarımızı nasıl dönüştürelim ki bu amaçla İstanbul’u inşa etmemize katkı sağlayabilelim. KONUTDER olarak sektöre yol gösteren ve ilham veren bu zirvelerde yer almayı değerlerimizin bir misyonu olarak görmekteyiz. Bu değerli zirvenin İstanbul’un marka değerini daha yukarıya taşıyacağına öneriler ve çözümler getireceğine inanıyoruz.
Mehmet Kalyoncu: “Acil Şekilde Dijital Ruhsat Sürecine Geçmemiz Lazım”
Gayrimenkul Yatırımcıları Derneği (GYODER) Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Kalyoncu konuşmasında belediyelerin ruhsat işlemlerinde hızlı şekilde dijital ruhsat süreçlerine geçmesi gerektiğini ifade etti. Kalyoncu, şöyle konuştu:
Yapıları dönüştürmekle ilgili aklımıza ilk gelen tabi ki kentsel dönüşüm meselesi. Elimizden geldiğince yapılarımızı ve şehirlerimizi dönüştürmeye çalıştık ama zihniyetlerin dönüşümü de burada önemliydi. Türkiye’de şehirlerle ilgili henüz verilmemiş kararlarımız var. Bu işlere atılmadan önce bu kararları vermemiz gerekiyor. Nedir bunlar? Örneğin şehirlerimizin nüfusu ile ilgili kararlar vermemiz gerekiyor. İstanbul kaç milyon kişiye ev sahipliği yapabilir, insani sınır ne? İkinci olarak, bizim modernleşmeyle olan imtihanımızın bir parçası olan modern araçlarla ilgili yaklaşım tarzımızı da netleştirmemiz gerekiyor. Bunun da başında otomobil meselesi var. ABD’de şehirler otomobiller için yapılıyor. Avrupa’da ise daha çok insanlar ve yayalar için. Bizde ikisi de değil. Biz hangisine karar vereceğiz? Öncelikle ulaşabilmek gerekiyor. Biz otomobillerimizi evimizin altına park edip bir yandan da yüksek standartlı bir şehirde yaşamayı eş zamanlı nasıl sağlayabiliriz? Bunun yerine sistem otoparklarına park edip evimize biraz yürüyerek gitmeye razıysak yürünebilir ve bisiklet dostu şehirler mümkün olur.
Marka şehirler konusunda bütün şehirler marka şehir olduğunu iddia ediyor zaten. Tasarım gücünden faydalanmadan marka şehir olunmaz. Geliştiricilerle konuştuğumuzda onların da tasarımcılardan mustarip olduğunu görüyoruz. Tecrübeler bizi bu noktaya getirdi. Tecrübelerden ders çıkarmamız lazım. Biz gayrimenkul sektörü olarak kendimize bir yol haritası oluşturduk ve bunu özellikle 6 şubattan sonra büyük bir şevkle uygulamaya çalışıyoruz. Türkiye’nin gayrimenkul değeri, madenlerinden daha değerli ve paha biçilemez ama bunlar biraz lafta kalıyor.
Gerçeklere bakalım, belediyelerimiz ruhsatları nasıl veriyor? Bir kağıt yığını var fakat onları inceleyecek insan kaynağı yok. Bizim çok acil şekilde dijital ruhsat süreçlerine geçmemiz lazım. Bir binanın olma veya olmama anı ruhsatın verilmesi ya da verilmemesine bağlı. Bunun üç aktörü var: Ruhsat veren belediye, ruhsatı alan müteahhit veya geliştirici, buna konu olan dokümanı oluşturan tasarımcı. Bu üç aktörün yaptığı iş birliğini çok daha şeffaf ve dijital araçlarla birtakım garantileri sağlanmış hâle getirebiliriz. Bazı belediyelerimizin bu noktada pilot uygulamaları başladı. Bahsettiğimiz dijital ruhsat, denetlenebilir ve sorgulanabilir. Yapı bilgi modellemesi araçlarının kullanılabildiği, örneğin yangın yönetmeliğinin yapay zekâyla çok kolay kontrol edilebildiği bir imkân sunabilir bize. Bununla ilgili adım atmalıyız. Bu bize teknoloji katma değeri de getiriyor.
Dr. Hayri Baraçlı: “Afetler Karşısında Dirençli Yapı Yönetim Modeli Geliştirilmeli”
Türkiye Belediyeler Birliği (TBB) Genel Sekreteri Dr. Hayri Baraçlı, afet öncesi risk analizi konusunun göz ardı edildiğinin altını çizerek, bu durumun dirençli yapı yönetim modeli ile çözümlenebileceğini söyledi. Dr. Baraçlı, konuşmasında şu detaylara yer verdi:
Dönüşüm derken değişimi de ön planda tutmamız gerekiyor. Dirençli yapı yönetim modelini artık geliştirmeliyiz. Çünkü her şartta bazı sorunlarla karşı karşıyayız. Sadece deprem değil selle ya da orman yangınları ile ilgili felaketleri de bir şekilde yaşıyoruz. Bu çerçevede şehirlerimizde bunları da göz önünde bulundurmamız gerekiyor. Son depremde 11 ilde 62 ilçe ve 10 bin 190 köy etkilendi. Bu çok büyük bir rakam. Bunu göz ardı edemeyiz.
Afet esnasında ve sonrasında hızlı iyileştirmeleri yapabiliyoruz ama afet öncesinde risk analizi, zayıf nokta analizi ve tehlike analizi gibi konuları hep göz ardı ediyoruz. Bu şekilde biraz daha rahatlıyoruz ama işin vicdani boyutunu ön planda tutmamız lazım. Bu vicdan analizlerini de yaparak bizler gelecek noktada büyük çalışmaları gerçekleştirebiliriz. Bu çalışmaları yaparken risk analizi yapma anlayışı içine de girmemiz gerekiyor.
Sık yapılan hatalar var. Bizim de bu hataları ortadan kaldıracak tedbirler almamız gerekiyor. Planlama, yer seçimi, zemin, projelendirme, tasarım, yapım aşaması, malzeme seçimi, inşaat sonrası ya da periyodik bakım ve süreçlerde sigortalama ve denetim kavramlarında birçok hatayı ortadan kaldırabilecek bir yaklaşımla hareket etmeliyiz. Bundan sonraki hedefimiz sıfır hata olmalı. Bizler bu çerçevede hareketlerimizi devam ettirirken süreç / sistem yaklaşımı ve bütünsel olarak topyekûn mükemmelleşmeye ulaşabilecek yeni yönetim anlayışları ile bu dönüşümü gerçekleştirmemiz mümkün olabilir. Yapılarda dönüşüm gerçekleştirirken esasında kültürel dönüşümü de bizim bir şekilde elde etmemiz gerekiyor. Onun için dirençli yapı yönetim modeli yukardaki altı ana ve dört kapsayıcı noktadan hareketle problemleri bütünsel bir yaklaşımla çözebiliyor. Türkiye’de bu tür afetlerin yıkıma yol açmaması için tedbirleri bir şekilde almamız gerekiyor ve çalışmaların vatandaşın mağdur olmayacağı bir düzeyde yerine getirilmesi lazım.
Prof. Dr. Tamer Yılmaz: “Üniversiteler Sektöre Liderlik Yapmalı”
Yıldız Teknik Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Tamer Yılmaz, gayrimenkul sektörü ve üniversitelerin mevcut problemlere karşı yan yana hareket etmesi gerektiğini dile getirerek sözlerini şöyle sürdürdü:
Üniversitelerin temel görevleri içerisinde zihinsel dönüşüme öncülük etmek vardır. Eğer bir problemin merkezinde üniversite yoksa ilk bakacağımız şey bu olmalı. Bugün yapıları konuşuyoruz. Büyük bir deprem yaşadık. Çok büyük kayıplarımız var. Bu sorunu konuşuyoruz. Tek bakmamız gereken şu ki, merkezinde üniversitelerin olduğu bir çözüme mi yoksa yine parçacıl yine pansuman birtakım tedbirlere doğru mu gidiyoruz? Üniversitelerin merkezinde olmadığı herhangi bir çözümün başarılı olma şansı yoktur. Bunu göz ardı etmeyelim.
Yıldız Teknik Üniversitesi de hem kentsel dönüşümde hem de inşaat ve tasarım sektöründe öncü olmaya çalışıyor. Biz şu anda içerisinde Türk Hava Yolları ve TAV’ın da olduğu yirmi şirkete sürdürülebilirlik belgeleri vermeye başladık. Buna bizim liderlik yapmamız lazım. Arkasından sektörün gelmesi gerek. Biz sektörün arkasında kaldığımız zaman sektörün bizi de yanına çekmesi gerekir. Mutlaka sektörün yanına beraber koşmamız lazım. Ancak bu şekilde başarılı oluruz.
Doç. Dr. Serhat Başdoğan: “Temel Sorunumuz Toplumsal Bilinç”
Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Serhat Başdoğan, afetlerin doğru yorumlanması gerektiğini ifade ederek, temel problemin toplumsal bilinç düzeyinde yaşandığının altını çizdi. Doç. Dr. Başdoğan, konuşmasında şunları aktardı:
Gayrimenkul sektörü finansmanla doğrudan ilişkili. Bu da kıt kaynakların yönetilmesi ile ilgili. Elinizdeki bütçe kısıtlıysa bunu yönetmek zorundasınız. O nedenle kentsel dönüşüm yerine kentsel iyileştirme tanımlamasını doğru buluyorum.
Diğer önemli konu, afetin öncesi ve sonrası kısmı. Afetin gerçek anlamda karşılığı nedir? Deprem bir afet midir? İçinde bir insan hayatını kaybetmiyorsa ve sürekli oluyorsa o zaman deprem bir afet değil. Deprem ya da afet, insanla doğa arasında ince bir kesitte yer alıyor. Eğer sürekli deprem oluyor fakat insan ölmüyorsa aslında afet olmuyor. Afeti doğru yorumlamak ve algılamak lazım.
Deprem algısı son yıllarda inanılmaz şekilde gelişti. Yönetmeliklere bakıyoruz 1998 yılından beri yönetmelikler bu konuda her yıl daha iyi olmuş. Bunun yanında inşaat teknolojisinde çimentonun kalitesi inanılmaz şekilde artmış. Yapı denetim sistemi kanun üzerinde doğru çalışıyor ama bireysel çıkarlarla toplumsal çıkarlar arasında Türkiye’de bir örtüşmezlik var.
Bakıyoruz bir ay önce evini kentsel dönüşüme sokmak istemediği için komşusuyla kavga eden bir aile, depremden sonra günlerce o inşaatın yıkıntısının başından ayrılmayıp komşusunu oradan çıkarmaya çalışıyor. Bu ilginç bir durum. Burada konu vicdan ve toplum karakteristiği meselesine geliyor. Kafada değişmesi gerekiyor bir şeylerin. Ev satın alan bir kişi evin seramiğinin rengini bile seçmekte günlerce zorlanırken depremle ilgili en ufak bir araştırma yapmıyor. Burada temel sorun toplumsal bilinç, toplumsal çıkarlar ve toplum olabilme hayali.
Mehmet Sami Kılıç: “Yeniden Yapılaşma, Sürdürülebilir Şekilde Olmalı”
Moderatörlüğünü Türkiye İMSAD Genel Sekreteri Aygen Erkal’ın yaptığı, “Geleceğe Hazır Sürdürülebilir Yapılar” oturumunda konuşan Çevre Dostu Yeşil Binalar Derneği (ÇEDBİK) Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Sami Kılıç, deprem sonrası yapılaşma sürecinin sürdürülebilirlik eksende olması gerektiğine dikkat çekerek şunları dile getirdi:
Dünya ölçeğinde düşündüğümüzde karbon salımının yüzde 40’ından binalar sorumlu. Yüzde 40 büyük bir rakam. Dünya nüfusu 2022’de 8 milyar olarak açıklandı. Bu rakam 2030’da 8 buçuk olacak. 2050’de 9’u geçecek. 2100’de 10 milyarı geçeceği söyleniyor. Demek ki daha fazla talep olacak. Daha fazla bina yeryüzünde yer kaplayacak. Bundan dolayı doğayla olan uyum daha da önemli bir hâl alacak. Zaten günümüzde bu binaların değişimi belli standartlarla bir yere geldi. Biz Türkiye’ye geldiğimizde yeşil projelerin daha pahalı olduğu gibi bir intiba vardı kullandığı malzeme ve yapım metodu olarak ama inşaat standartlarımız o kadar yükseldi ki şu anda onun olmadığını ispatlayabiliyoruz çok ekstrem seviyelere çıkılmadığı müddetçe.
6 Şubat depremi tabii ki herkesin üzüntüyle karşıladığı, herkesi yakından etkileyen bir konuydu. Ondan sonra tekrardan düşünmeye başladık. Yeniden yapılaşma nasıl olur, ne yapabiliriz diye. Sürdürülebilirlik de aslında bu dayanıklı binaların bir parçası. Ayırt edilemez iki unsur olarak görüyoruz biz ÇEDBİK olarak. Şu anda mimarlarımız depremden etkilenmiş şehirlerin planları üzerinde çalışıyor. Bunlar arasında sürdürülebilirliğin eklenmesi konusunda biz de destek veriyoruz. Çünkü bir şeyin doğru yapılması, bir kere yapılması önemli. Bunun ek bir maliyeti olmadığını gösterdiğimiz müddetçe bir sıkıntı olmayacaktır. Zaten şu anda yönetmeliklere göre belli bir metrekarenin üstünde yağmur suyu kullanma ve elektrikli şarj istasyonu koyma zorunluluğu var. Hatta ufak ilçe belediyelerinin kendi inisiyatifinde bile bu kısıtlamalar gittikçe arttırıldı. Bundan dolayı biz bu dönüşümü, bu yeniden yapılaşmanın sürdürülebilir şekilde olmasının önemli olduğuna inanıyoruz.
Serkan Emin: “Kentsel Dönüşümde Krizi Fırsata Çevirmemiz Gerek”
Oturumun bir diğer konuşmacısı olan Enerji Verimliliği ve Yönetimi Derneği (EYODER) Yönetim Kurulu Üyesi Serkan Emin, İstanbul’da yaşanacak deprem öncesi yapılacak kentsel dönüşümün yeşil dönüşüm için bir fırsat olacağına işaret ederek şöyle konuştu:
Dünyada ve Türkiye’de sürdürülebilirlik kavramı ile Paris İklim Anlaşması’ndan, yeşil mutabakat ve enerji verimliliği alanına getirdiklerinden çok kısa bahsedeceğim. Peki yapılarda bunun karşılığı nedir diye baktığımızda neredeyse sıfır enerji bina kavramlarının binaların bütün yaşam döngüsüne nasıl bir etkisi var? Karbon ayak izi kavramı var. Bunların faaliyetleri neticesinde bu karbon ayak izini nasıl azaltabiliriz? Türkçeye karbonsuzlaştırma diye çevirdik.
Paris İklim Anlaşması kapsamında küresel ısınmayı bir buçuk derecenin altında tutmak, eğer bu mümkün değilse iki derecenin olabildiğince altında tutabilmek gibi bir hedefimiz var. Bu hedefe ulaşabilmek için de karbon ayak izimizi yani atmosfere saldığımız sera gazlarını belli bir limitte tutmamız sonra da zamanla aşağı çekmemiz lazım. Türkiye için 2053 yılında karbon nötr olmak gibi bir hedef var. Karbon nötr olmak demek sadece yapılarda değil sanayide, ulaşımda, tarımda, gıdada, atıkta kısaca her alanda olmak demek. Peki bunu yapılarda nasıl düşürebiliriz?
Paris İklim Anlaşması ile Türkiye’nin kendi içinde ulusal olarak yaptıkları var. Binalar var. Kentsel dönüşüm var. Kentsel dönüşümü yaparken odağımızda deprem var. 6 Şubat Depremi tekrar farkındalık oluşturdu. O farkındalık aynı zamanda davranışa da dönüştü. İstanbul’da depremin göbeğindeyiz. Dolayısıyla bu can yakıcı sürece karşı geliştirdiğimiz tutum kentsel dönüşüm oldu. Kentsel dönüşüm konusunda uzmanlar bunu bir fırsat olarak değerlendirebileceğimizi söylüyorlar. Krizi fırsata çevirebilir miyiz? Burada fırsata çevirmekten kasıt şu, bu dönüşümü yaparken çevre dostu ve yeşil bir dönüşüm olarak yapalım. Bu yeşil dönüşümün alt başlıklarından bir tanesi de enerji verimliliği. Bunu enerji verimli şekilde yapalım. Bir diğer konu başlığı su verimliliği. Bir diğeri kaynak verimliliği. Bunların hepsini bir çerçeve içinde ele alıp bütünsel bir yaklaşımla yapabilir miyiz konusu da ÇEDBİK tarafında ele alınan bir konu. Çünkü yapı dediğimiz şeyde çok fazla parametre var. Yapı sektörü birçok şeyi kapsıyor. Bunların hepsini tek bir amaç ve eşgüdüm içerisinde yürütebilmek için de bir kavramsal çerçeve koyup kılavuz ortaya çıkarıp herkesin benzer amaca benzer yollardan gidebilmesi için ÇEDBİK’in yaptığı çalışmalar çok kıymetli.
Prof. Dr. Ali Hepşen: “Sermaye Piyasası Araçları Olmadan Kentsel Dönüşümde İlerleme Zor”
Etkinliğe konuşmacı olarak katılan bir diğer isim ise İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ali Hepşen oldu. Deprem kuşağında bulunan bir ülke olduğumuzu ve bunun etkilerini zaman zaman çok üzücü şekilde gözlemlediğimizi belirten Prof. Dr. Hepşen’in konuşmasında şu ifadeler öne çıktı:
En son 6 Şubat 2023’te gerçekleşen Kahramanmaraş Depremleri’nin yarattığı yıkım, maddi ve manevi anlamda çok büyük. Bu konuyla ilgili T.C. Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığının açıkladığı rapora göre söz konusu deprem, 50 milyar doların üzerinde bir maddi kayba neden oldu. Hem manevi hem de maddi anlamda depremin yarattığı yıkımların önüne geçebilmek adına birtakım hareket alanları açmak tabii ki son derece önemli.
Özellikle geçmişten bugüne baktığımız zaman tabii burada en önemli belirleyici mevzuat, 2012’de yürürlüğe giren kentsel dönüşüm kanunu. Bunun devamında 2017 yılında Bakanlık tarafından Şehircilik Şûrası gerçekleştirilmişti. Takip edenler varsa geçtiğimiz haftalarda yine Bakanlık nezdinde İstanbul’da Deprem Gerçeği ve Kentsel Dönüşüm Şûrası gerçekleştirildi.
Özellikle 2000’lerin başından günümüze doğru Türkiye’de hazırlanan kalkınma planlarına baktığımızda da kentsel dönüşüm ve deprem gerçeğinin ele alındığını görüyoruz. Dolayısıyla bu işin mevzuat tarafında işin ne yapılması gerektiği noktasında geçmişten bugüne pek çok çalışma yapıldı. Ancak üzülerek ifade etmeliyim ki pek çok şey kâğıt üzerinde kalmış görünüyor. Bu nedenle artık yapılan hatalardan, alınan kararlardan birtakım dersler çıkartıp gelecekte neler yapılması konusunda daha proaktif davranmamız gerekiyor.
Öte yandan kentsel dönüşümde maddi sorunlar dediğimizde de karşımıza bu sorunların çözülebilmesi noktasında kullanılacak finansal ürünler çıkıyor. Çünkü biliyoruz ki artık konvansiyonel ürünlerle, özellikle bankacılık tarafındaki kredi mekanizmalarıyla bu süreçleri yönetebilmek çok da kolay değil. Zaten yürütebilseydik bugün çok daha farklı bir durumda olurduk. Biz bu süreci bankacılık kredi mekanizması üzerinden yürütebilseydik, dönüşümde geçmiş 10 yıldan bugüne çok daha hızlı yol alabilirdik. Demek ki konvansiyonel bankacılık uygulamalarıyla yol almak pek mümkün değil. Ama tabii başka fırsatlar da var, onları da vurgulamak gerekiyor. 2012’de sermaye piyasası mevzuatını değiştirdikten sonraki süreçte çok önemli düzenlemeleri hayata geçirdik. Bu düzenlemeler; gayrimenkul yatırım fonları, gayrimenkul sertifikaları, afet fonu olarak öne çıktı. Biz bunları tek seferlik kullandık ancak devamını sağlayamadık.
Bunların da ben yakın zamanda işlerlik kazanacağını tahmin ediyorum. Çünkü biz bu tür sermaye piyasası araçlarını kullanmazsak maalesef istenilen ölçekte kentsel dönüşüm hamleleri yapamayız.
Ömer Barlas Ülkü: “GYO’lar İçin Büyük Kentsel Dönüşüm Alanları Oluşturulmalı”
Prof. Dr. Ali Hepşen’in ardından söz alan Konut Geliştiricileri ve Yatırımcıları Derneği (KONUTDER) Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Ömer Barlas Ülkü ise gayrimenkul yatırım ortaklıklarının (GYO) kentsel dönüşümle ilişkisini mercek altına aldı. Ülkü’nün konuşmasından öne çıkan kısımlar şöyle sıralandı:
GYO’lar kentsel dönüşümle ilgilenir mi? Sermayeleri büyük olan GYO’lar genellikle hacimli işlerin peşinde olurlar. Hacimli işler de şehir merkezlerindeki büyük ölçekli arsalar olarak örneklendirilebilir. Ancak biliyorsunuz ki bu arazileri bulmak da hayli zor. Ya eski bir fabrika arsası ya da ekonomik ömrünü tamamlamış bir alışveriş merkezi (AVM) bu talebe yanıt verebiliyor. Bu noktada kamunun, belediyeler öncülüğünde büyük alanlar oluşturarak GYO’lara belli bir kat karşılığı ya da hasılat paylaşımı oranıyla vermesi gerekiyor. Zamanında böyle alanlar planlandı ancak hak sahipleriyle belediye de anlaşamadı. Örneğin İstanbul’da Gaziosmanpaşa tarafında böyle planlamalar yapılmasına rağmen sonuca ulaşılamadı. Yine GYO’lar özelinde konuşacak olursak elinde kaynak olan yapılar, kentsel dönüşüm projeleri için istekli olur. Esasında proje yapma isteği, hep kaynakla ilgili oluyor. Bir de GYO’lar doğal olarak bölgede elde edilecek getiriye de bakar.
Dr. Haldun Ersen: “Enerji Verimliliğine Katkı Sunan Projelere İhtiyacımız Var”
Oturumun bir diğer konuşmacısı Kentsel Dönüşüm ve Şehircilik Vakfı (KENTSEV) Başkan Vekili Dr. Haldun Ersen, binalardaki enerji verimliliğine dikkat çekerek projelerde bu duruma mutlaka dikkat edilmesi gerektiğini belirtti. “Enerji verimliliği arttıkça karbon salımı azalıyor, karbon salımı azaldıkça da enerji verimliliği artıyor.” diyen Ersen, konuşmasına şöyle devam etti:
Bu ikisi arasında çok büyük bir ilişki var. Türkiye’nin aynı zamanda enerji zaafı olan bir ülke olması anlamında da enerji verimliliğine katkı sunan projelere ihtiyacı var. Yine bunların yaygınlaşmasıyla sağlıklı çevre oluşturularak etkin kaynak kullanımı ve gelecek nesillere temiz ortam bırakma hayaline sahip olmalıyız. Konutlarda karbon salımının azaltılması; yeşil finansmana dönüşü etkin bir şekilde ortaya koyabileceği gibi aynı zamanda bize artı bir finansman da sağlayacak. O yüzden karbon salımını azaltabilmek çok çok mühim. Dünyamızda elektrikli araçların günden güne artan varlığı da bu fikre, bu amaca dayanıyor. Sadece otomobiller değil artık bütün sistemler bunun üzerine kurgulanıyor. Çünkü kirlettiğimiz dünyamızı yeniden eski hâline dönüştürmemiz gerekiyor.
Hüseyin Erdem: “Enerji Verimli Binalara Geçişte En Önemli Görev Kamunun”
Mekanik Tesisat Müteahhitleri Derneği (MTMD) Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Hüseyin Erdem de Yapılarda Dönüşüm Zirvesi’nin konuşmacıları arasındaydı. İklim krizinin herkesin ciddiye alması gereken veren bir konu olduğunu belirten Erdem, “Enerji verimli binalara geçişte en önemli görev devlet otoritesine düşüyor.” diyerek sözlerine şöyle devam etti:
Birtakım kanunlar koyularak bu işin ilerletilmesi gerekiyor. Bu kanunlar oluşturulduktan sonra da sonuç alınıp alınmadığı kontrol edilirse güzel seviyelere gelinebilir. Bizler bugün cebimizden çok fazla paralar ayırarak kentsel dönüşüm yapsak da yine enerjisi yüksek binalar üretiyoruz. Örneğin kentsel dönüşüm kapsamındaki yeni projelerde hava değişimine ne kadar önem verdiğimize bakmamız gerekiyor. Üniversitelerde, hastanelerde, alışveriş merkezlerinde, diğer kamusal alanlarda ve evlerde havalandırma sistemlerine ne kadar dikkat ediyoruz? Örneğin hastanelerde pek çok enfeksiyonun nedeninin, yanlış havalandırma sistemi kaynaklı olduğunu biliyoruz. Tam da bu noktada mekanik tesisatın önemi bir kez daha ortaya çıkıyor.
Öte yandan enerji etkin yapılar için malzeme kullanımına da dikkat etmemiz elzem. Kurguladığımız sisteme ve tasarıma uygun verimli malzemeler kullanmamız gerekiyor. Malzeme tedariğinde de sorunlar yaşanan bugünlerde özellikle ülkemizde üretilen ürünler kullanmamız gerekiyor.
Bunlara ilaveten sektörümüzdeki personel sorunu ise tüm ciddiyetiyle karşımızda duruyor. Şu günlerde beyaz yaka bulamadığımız gibi mavi yaka da bulamıyoruz. Bu noktada öğrencilere mesleğimizi sevdirmek için ne gerekiyorsa yapmalıyız, ben bahsettiğim konuda gönüllü olmaya hazırım. Bu meslek çok kıymetli çünkü topluma fayda sağlıyorsunuz. Kurduğunuz tesisin enerji giderleri düşükse, mühendis olarak doğaya ve gelecek nesillere anlamlı bir katkı sağlamış oluyorsunuz.
Reşat Sönmez: “Beton, Masum ve Vazgeçilmez Bir Yapı Malzemesi”
Etkinlikte söz alan Türkiye Hazır Beton Birliği (THBB) Genel Sekreteri Reşat Sönmez de yapılarda hazır beton kullanımının önemi ve bu sürecin Türkiye’deki gelişimiyle ilgili kıymetli bilgiler verdi. “Yıllardır betona gömüldük şeklinde eleştirilere şahit oluyoruz. Ancak burada tüm suçu betona yüklemek doğru değil. Zira beton, masum ve vazgeçilmez bir yapı malzemesi.” ifadelerini kullanan Sönmez, konuşmasını şöyle sürdürdü:
Hazır betona baktığımızda Türkiye’de 35 – 40 yıllık bir mazisi var. Bunun öncesinde hepimizin bildiği gibi elde oluşturulan betonlar vardı. Sokak aralarında çok zayıf şekilde dökülen betonlar kullanılıyorken, bugün bambaşka bir manzara ile karşı karşıyayız.
Ancak bugünlere gelebilmek çok da kolay olmadı. Elle oluşturulan betondan hazır betona geçişte çeşitli mücadeleler verildi. Geliştiricileri hazır beton ile tanıştırmaya ve ikna etmeye çalıştık. Başlarda alışılmışın dışına çıkmak çok zor olsa da hem kolaylık hem de maliyet açısından bu süreci aştık. Nitekim zaman içinde herkes, hazır betonun daha faydalı olduğu konusunda görüş birliğine vardı. Sonrasında ise hazır betonun kalitesini arttırma yönünde çeşitli mücadeleler verildi. Böylelikle bizler; ‘Nasıl daha iyi betonlar dökülür, bu alanda kalite nasıl arttırılır, dünyadaki gelişmeler nasıl?’ gibi soruların peşine düştük.
Hazır beton, deprem gibi afetler açısından da bizler için bir şans. Zira deprem bölgesini incelediğimizde, yıkılan binaların çoğunda hazır beton kullanılmadığını gördük. Tüm bunlara ilaveten hazır betonun uygulaması noktasında da dayanımı düşürecek müdahalelerden kaçınılması gerekiyor.